Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!
Size karlarla örtülmüş olan İsveç’in Stockholm şehrinden hitap ediyorum. Hitap ettiğim yeri anlatınca, hoşunuza gittiğini bildiğim için bu bilgiyi veriyorum. Burada 4-5 günlük çalışmalar yapmak için gelmiştim.
Şekerlerde bulamadım,
Zikrullahın tadını!..
Zikrullahın tadını!..
dediği gibi, sonunda ister istemez, dönüp dolaşıp geleceği nokta, yüksek nokta, yükseleceği en yüksek nokta, Allah’a hâlisâne kulluk olduğu için o onu yapar.
“O zaman ben İsveç’te kalırım!” dedim.
Türkiye’de böyle bir gadir var, haksızlık var, hücum var; İsveç’te böyle bir takdir var, anlayış var, kucaklayış var, kucak açış var... Biraz latife yaptık.
Demek ki âkif ile mu’tekif aynı mânâya geliyor.
(En tahhirâ beytiye li’t-tâifîne ve’l-âkifîne ve’r-rukkei’s-sücûd) "İbrâhim ve İsmâil’e: ‘Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için evimi temiz tutun!’ diye emretmiştik." diye Kur’ân-ı Kerîm’de de bu kelime geçiyor. Yâni, “Ey Rasûlüm, benim Beytullahımı, Mekke’deki mübarek mescidimi tertemiz temizle!” Kimler için?.. (Li’t-tâifîne) “Tavaf eden kimseler için tertemiz hazır bulundur. (Ve’l-âkifîne) Mescidde girip, bekleyip, durup, ibadete devam eden kimseler için...” (Ve’r-rukkei’s-sücûd) Rükkâ’, rükû edenler demek, namazda önemli bir şey. Sücûd, secde edenler demek. Bu rükkâ’ ve sücûd, râki’ ve sâcid kelimelerinin cem-i mükesseridir.
İtikâfın yapıldığı en sevaplı yer, Mescid-i Haram’dır. Kâbe-i Müşerrefe’nin olduğu mescitte itikâf yapmak en sevaplı itikâftır.
İtikâf yapmak, vakit namazları kılınan her mescitte olur. Eğer cuma namazı kılınan bir mescit değilse... Çünkü bazı mescitler oluyor ki, cuma namazı kılınmıyor. Arap ülkelerinde, başka ülkelerde olabiliyor. Bizde umûmiyetle her camide kılınır ama, bazı köylerde mesela, cuma kılınmazdı. Belki yine öyle yerler vardır. Böyle bir mescitte itikâf eden kimse, cuma namazına çıkıp, cuma namazını kılıp, dönebilir.
Bu nedir?.. Sünnet-i müekkededir. Yâni Peygamber Efendimiz’in çok ısrarla, devamlı yaptığı bir ibadettir, Ramazan’ın son on gününde itikâf etmek...
Sünnet-i kifâyedir. Yâni bir kasabada, bir köyde, bir şehirde herkes yapamazsa, hiç kimse yapmazsa, bütün kasaba halkı sorumlu olur. “Niye siz Rasûlüllah’ın bu güzel sünnetini yapmadınız bakalım?” diye sorumlu duruma düşer, suçlu duruma düşer. Ama bazıları yaparsa, üç beş kişi yaparsa, ötekilerden bu sorumluluk kalkar. Onun için birilerinin yapmasıyla, ötekilerden sorumluluğun kalktığı ibadete kifâye deniliyor. Sünnet-i kifâyedir. Bir de biliyorsunuz farz-ı kifâye var. Yâni bazı Müslümanlar yaptığı zaman öteki Müslümanların boynundan kalkan bir farz...
Bu nasıl olur, farz herkesin yapması lazım gelen bir ibadet değil mi?..
Mesela, birisi öldü bir şehirde... Hiç kimse bunun yıkanmasıyla, kefenlenmesiyle, defnedilmesiyle meşgul olmazsa, o beldedeki bütün Müslümanlar Allah’ın emrini tutmamış, asi olmuş, Allah’ın emrini yerine getirmemiş olur; cezâlı, suçlu duruma düşerler.
“Nasıl itikâf yapacağım, itikâfta neler yapacağım?..”
İlmihal kitaplarında itikâf bölümü vardır. Ramazan orucunu anlatan bölümün kenarında, sonunda itikâfı anlatan bir bölüm vardır. Oradan teferruatı öğrenebilirsiniz ama, kısaca ben de söyledim: Niyet edip gireceksiniz. Yanınıza yastık, çarşaf, battaniye alacaksınız. Müftüden falan izin almak gerekiyor. Herkes böyle paldır küldür camide gece kalmaya kalkarsa, olmaz tabii. Bir düzen var, izinli olmazı lazım!
Aslında izin yok da, Türkiye’deki şartlar dolayısıyla... İmam diyebilir ki:
“Ben buranın halısını, şamdanını, levhasını zimmetle üzerime almış sorumlu bir kimseyim. Bilmediğim insanlar buraya girer de burada bir şey çalınır, eksilir, kaybolursa, sorumlu ben olacağım!” der. “Gidin müftüden izin alın!” der.
“Beş bin lira verse olmaz mı?.. Yüzde beş verse, yüzde on verse, yüzde kırk verse, yüzde altmış verse, yüzde doksan verse olmaz mı?..”
Olur. Üstte ölçü yok... Onun söyleyeceğimiz bir söz var, eskiden Anadolu’da söylenirmiş bu, ben de seviyorum: “Ağanın eli tutulmaz.” derler. Zengin, ağa, itibarlı, eşraftan kimseye, “Sen dur bakayım, elini cebine sokma!” deyip de onun önüne geçilip de, “Ben vereceğim!” falan denmez. Ağanın cömertliği engellenmez, ağanın eli tutulmaz. Ne yapacak?.. Ağa elini cebine sokacak, cüzdanını çıkartacak, ağalığını yapacak. Yâni cömertliğini yapacak.
“Zekatlarınızı buraya koyun!” diyorlar.
Zekâtta temlik şartı vardır, bir fakire verilecek. Bir camiye zekât verilmez. Cami cansız olduğu için camiye verilmez. Canlı bir kişiye verilecek.
Böyle zekatınızı da verin! Son on gününde de durumunuz müsaitse, itikâfa girin bir camide...
Daha önceden hatırlatmıştım, benim konuşmalarımı takip eden sevgili kardeşlerim hatırlayacaklar: “Memursanız, dairenizde müdürle falan konuşun, ‘Ramazan’ın son on gününde izin istiyorum!’ deyin de izin meselesini de ayarlayın!” demiştim. Siz sevap kazanın diye söylüyorum bütün bunları... Onun için söylemiş oldum.
Ramazânü lem yuğfer lehû enfü abdin dehale aleyhi rağime.
“Ramazan geçer de insan afv-u mağfireti kazanamamış olursa, çok büyük bir mahrumiyettir. Ramazan geçmiş de, Allah onu affetmemiş, Allah’ın lütfuna erememiş, mağfiretine, rahmetine nâil olamamış... Vah vah vah, yazıklar olsun, burnu yerde sürtsün!..” diyor Peygamber Efendimiz, öyle bir kimse için.
Onun üzerine Cebrâil aleyhisselam gelmiş:
“Ey Rasûlüm, senin ashabın böyle seksen yıl Allah’a hiç asi olmadan güzel ibadet etmiş insanların halleri anlatılınca, o peygamberler, o mübarekler anılınca hayret ettiler. İşte Allah onlara bir gece ihsân etti ki, o Ramazan’ın içindedir. O gece, Leyletü’l-Kadr bin aydan, yâni seksen küsür yıldan daha hayırlıdır.” diye bu müjdeyi vermiş.
Bu da çok önemli... Meleklerin insan için dua etmesi çok önemli.
Onun için geceleri abdestli yatmaya dikkat edin! Geceleri haramla, günahla geçirenlerden olmayın!.. Biliyorsunuz, bazı insanlar gündüz oruç tutuyor, geceleyin eğlenmek serbest sanıyor Ramazan’da... Bunu da size ihtar etmiştim, Ramazan’ın başında söylemiştim.
Teheccüd namazı da çok sevap...
(Rak’atâni mine’l-leyli hayrun mine’d-dünyâ ve mâ fîhâ) “Geceleyin kılınan iki rekât namaz, dünyadan ve dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlıdır.” Onun için o teheccüd namazını kılın! Güzelce, münâsip bir şekilde sahurunuzu yapıp, yeyin! Ondan sonra ne yapacaksınız?..
“Yatayım aşağıya...”
Olmaz! O da olmadı. Ne yapacaksınız: Abdestinizi alacaksınız, camiye gideceksiniz. Hocanın mukabelesini, Kur’ân okumasını dinleyeceksiniz. Sabah namazını kılacaksınız.
“Hah, tamam, gideyim şimdi uyuyayım!..”
Hayır, yine olmadı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz işrak vaktine kadar camide durmayı severdi. Siz de Evrâd-ı Şerife’mizi okursunuz, dualarımızı okursunuz. Kur’ân okursunuz yine... Güneşin doğmasında yarım saat geçinceye kadar... İşrak namazını kılıp öyle yatarsınız veya işinize gidersiniz.