Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri ve Ak-Televizyon izleyicileri!
Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi şu mübarek ayda üzerinize olsun... Allah Teâlâ Hazretleri maddî, mânevî, dünyevi, uhrevî her türlü mükâfatlarla, ödüllerle sizleri sevindirsin... İki cihanın hayırlarına erdirsin...
Sadeka Rasûlü’llâh, fî mâ kâl, ev kemâ kâl.
Sâim, oruçlu demek. “Oruçlu, oruçlu olduğu müddetçe ibadet halindedir.” İbadet halinde olunca devamlı sevap kazanacak. Sevap göstergesi diyelim; hani taksiye biniyorsunuz, taksimetresini açıyor, fiyatını yazıyor. Saat ilerledikçe, kilometreler değiştikçe taksimetre çalışıyor. Siz de inerken arabanın parasını o taksimetreye bakarak veriyorsunuz. Devamlı çalışıyor; durakladığınız zaman da çalışıyor, gittiğiniz zaman da çalışıyor. Onun gibi, (es-sâimü fî ibâdetin) “Oruçlu dâima ibadet halindedir.”
Veyahut gizlice, sessizce:
“Kardeşim ben seni çok seviyorum ama, sende de şöyle bir hatâ var gibi geliyor bana... Acaba yanılıyor muyum, bilmediğim bir sebep mi var?” falan de!
“Vay, senin kanında kolesterol fazlalaşmış, aman hocam perhiz yap!” dediler.
Perhiz yaptım, geçti. Perhiz iyi geliyor; kolesterolün fazlalığına iyi geliyor, tansiyona iyi geliyor, mide rahatsızlıklarına iyi geliyor. Tamam, ama iş sadece bir tıbbî tedavi işi değil. Tıbbî tedavi bedeni tedavi ediyor. Bir de ruhun, nefsin tedavisi lazım! Onun da hastalıkları var. Kendini beğenmişlik bir kötü hastalık... Harama bakmaktan kendini alamamak, irade zayıflığı bir hastalık... Alıştığı kötü işleri, “Seviyorum, ne yapayım, bırakamıyorum!” diye, kötü olduğunu bile bile yapmak bir hastalık...
Sigara elinde;
“Biliyorum kardeşim bu çok zararlı, doktorlar da söylüyorlar. Cümle cihan bangır bangır söylüyor, sigara zararlı... Biliyorum ama ne yapayım, bırakamıyorum.” diyor.
Biliyorsan, bırakacaksın. Kötü olduğunu bildiğin bir şeyi bırakmak lazım!
Bırakamıyor. Neden?.. Nefsi kuvvetli. Zalim nefis bıraktırtmıyor. “Zararlı olsa da, ölsem de istiyorum!” diyor. Bunun daha kötüsü var; afyona, esrara, uyuşturucuya alışıyor. Onu elde etmek için anasını, babasını döğüyor. Cam çerçeve kırıp kasa soyuyor, polisten korkmuyor, hiçbir şeyden korkmuyor. İlle o parayı alacak, ille o uyuşturucuyu kullanacak...
“Kardeşim, otuz yaşında öleceksin, bırak bunu!..”
Polisler peşinde, devlet peşinde... Uyuşturucu kaçakçılarına darbe üstüne darbe vuruluyor. Ama bir sürü istekli var, bir sürü müşteri var. “Aman bana bir parçacık uyuşturucu...” diye yalvarıyorlar ve kullanıyorlar. Neden?.. İradesi artık engelleyemiyor nefsini, ille onu kullanacak. Ondan kurtulmak çok zor...
“El yarası onulur da dil yarası onulmaz.”
Onulmak ne demek? "İyi olmak" demek. Yâni, elinle bir tane vurursun, kanar dişleri, dudağı patlar. Geçer sonra, bakarsın iyi olur. Yumruktu, bilmem kandı... Bazan yüzükle bir tane vuruyor ötekisinin yüzüne... O şövalye yüzüğü denilen altın, kenarlıklı yüzüğü mahsustan silah olarak takıyor parmağına. Karşı tarafa bir tane yumruk patlatıyor, falanca yerinden falanca yerine kadar yırtıyor. Çünkü yüzük sert, kenarlı, köşeli, mahsustan öyle yapılmış. Haydi hastaneye, gömlekler, pantolonlar kan revan... Dikiş atıyorlar.
Orucun en önemli yönünü, bu hadis-i şerif vesilesiyle ifade etmiş oldum. Oruca niyet ederken:
“Yemeyeceğim, içmeyeceğim, suyu içmeyeceğim, yemekleri yemeyeceğim, kimseyi üzmeyeceğim, hiçbir günaha bulaşmayacağım, her âzâmı her günahtan sakınacağım! Şu zalim nefsimle iyi bir mücadele edeceğim. Kötü arzularım karşısında iyice direneceğim. İyi şeyleri yapmak istemese de, isteksiz olsa, tembellense de, o iyi şeyleri yaptırtacağım; ibadetleri yaptırtacağım, alıştırtacağım, sevdireceğim.” diye niyet edecek.
“Hocam, Beytullah’ta, Harem-i Şerif’te kırk gün halvete girmek istiyorum!” diyor.
Mâşallah, Allah kabul etsin, ne kadar hoşuma gitti, takdir ettim. Kırk gün Harem-i Şerif’ten çıkmayacak, ibadet edecek. Kimseyle konuşma, mâlâyâni ile boş bir vakit geçirme yok... Kur’ân okuyacak, ibadet edecek, tefekkür edecek, zikredecek, sevap kazanacak. Bunları aşk ile, şevk ile yapıyor.
“Hocam, o itikâfın tadı ne kadar güzeldi!”
Ne yaptın itikâfta?.. Uykuyu azalttın, yemeği azalttın, ibadeti çoğalttın. Yâni başkaları bunlardan kaçıyor bucak bucak; sen bunu nasıl sevdin?.. Tatmayan bilmez. İnsan tattığı zaman o ibadetin zevkini, tekrar arıyor:
“Ah keşke gelse de zamanı, tekrar yapsam!” diyor.
Hattâ, bir gül bahçesine girercesine ölüme gidiyor, şehit olmaya gidiyor. Süslenerek, davulla, zurnayla, düğüne bayrama gider gibi cihada gidiyor. İman meselesi bu...
“Oruçlu ibadet halindedir, yatağında uyumakta olsa bile...”
Bu, “Gece gündüz horul horul uyuyun!” manasına değil. Peygamber Efendimiz, oruçlu için hafif bir gündüz uykusunu tavsiye ediyor. Bu uyku gece ibadetlerini neşe ile, aşk ile, şevk ile, severek, güzel, canlı yapmasına vesile olur. Ama o uyku bile ibadettir.
Sadeka Rasûlü’llâh, fî mâ kâl, ev kemâ kâl.
“Oruçlunun yanında yiyecek, içecek bir şeyler yenilirse...” İştahı çekici, yenildiği zaman insanın orucunu bozacak şeyleri oruçlu yemiyor ama, karşıdaki çocuk yiyor, hasta yiyor, ihtiyar yiyor. Yâni, oruç tutmaması mazur olan kimseler var veyahut gayrimüslim var. Karşı komşu gayrimüslim, o oruç tutmuyor...
Meleklerin duası da tabii çok kıymetli, geçerli, önemli... Mümine meleklerin destek olması, ona dua etmesi çok hayırlı bir şey...
Türkiye’de şimdi oruç tutanlar var, tutmayanlar var. Büyük miktarda artık oruç tutmamak genişlemiş durumda... Eskiden oruç tutmayanlar saklı yer içermiş. Şimdi insanlar da bir değişik oldu. Karşılıklı toplumsal muhabbetler de zedelendiği, örf ve adet de iyi öğretilmediği ve her şeye de ileri geri, tenkit yollu herkes bir laf söylediği için millet neye inanacağını; neyin güzel olduğunu, neyin doğru olduğunu şaşırdı. Kimisi artık hiç aldırmıyor, açıkça yiyor.
“Oruç tutmak ağaç gibi, ev gibi, bulut gibi, dağ gibi maddî bir şey değil ki, nasıl böyle şefaat ediyor?..”
Allah Teâlâ Hazretleri böyle manevî varlıklara maddî bir şekil verdirtip, konuşturur ki, ancak maddî şekilleri görüp, duyup, anlayan insanoğlu onu anlasın... Yoksa görünmez bir şekilde oruç, Allah’tan böyle şefaat dilese, anlamaz. Ama onun anlayacağı şekilde olması için Allah Teâlâ Hazretleri okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’i, kıldığı namazı, ibadetlerini kulun anlayacağı şekilde karşısına çıkartır.
“Ben Tebârake Sûresi’yim.” der.
Allah Allah! Tebârake Sûresi’ne Cenâb-ı Hak, güzel yüzlü bir insan şekli verdirtip, kulunun karşısına çıkarmış. “Hani senbeni okurdun ya dünyadayken. İşte ben senin okuduğun Tebârake sûresiyim!” der. Bu hususta hadis-i şerif var.
(Ve hüve bi-külli halkın alîm) "Çünkü o, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir." Her türlü yaratmaya kâdirdir.
Nasıl bizim teypler, şeritler sesleri görüntüleri tekrar tekrar seyretmemize, dinlememize vesile oluyor. Nihayet bir şerit, yâni kurdele şeridi gibi bir şerit. Ama makinenin içine koyduğunuz zaman, çalıştırdığınız zaman sesi duyuyorsunuz, görüntüyü görüyorsunuz. Alıştınız da bu olağanüstü güzel şeylere, hiç de yadırgamıyorsunuz.
1. Koltuğa oturup, Kur’ân’ı açıp okumak şekliyle olur.
2. Eski devirde öyle koltuk, ışık çok yoktu. Peygamber Efendimiz’in zamanını düşünecek olursak, geceleyin belediyenin ışıkları mı vardı?.. Yoktu. Evler karanlığa bürünürdü. Evlerin penceresi mi vardı?.. Yoktu. Perdesi mi vardı?.. Yoktu. Aydınlatma çırayla, kandille olurdu ve pahalıydı. İsraf olmasın diye onları hemen kapatırlar, erkenden yatarlardı insanlar.
(Ve mine’l-leyli fe-tehecced bihî nâfileten lek) "Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl!"
İşte böyle ayet-i kerimelerde, namaz içinde okunduğunun emâreleri var. Kur’ân-ı Kerîm’in böyle kenarda açıp da okunması değil de, namazın içinde, namazla beraber, Allah’ın divanındayken, manasını tefekkür ede ede, bile bile okunması... Cenâb-ı Hakk’ın kelâmını ona karşı okuyarak, içinden onun manasını takip ederek, sanki Cenâb-ı Hak ile konuşurmuş gibi okunması... Cenâb-ı Mevlâ’nın divanına giriyor zaten, namaza duran kimse. Kur’ân öyle okunur.
“İşte halk bunu öğrensin diye bunlarla kıldırın!”
Hocalar da öyle yapıyor. Öyle olur mu? Kur’ân-ı Kerîm’in her yerinden, her cüzünden, hatta geniş geniş hocalar çalışsın, Kur’ân bilgisini arttırsın. Cemaat de çalışsın, dinlesin.
(İnne nâşiete’l-leyli hiye eşeddü vat’an ve akvemü kîlâ.)
"Şüphesiz gece kalkışı, kalp ve uzuvlar arasında tam bir uyuma ve sağlam bir kıraate daha elverişlidir." Yâni gecenin o güzel vakitlerini böyle ihyâ ederlerdi. Ne güzel şeyler...
“Nasıl olacak bu hocam?..”
Babalar, anneler, mücahit babalar, o sâliha anneler evlatlarını dilerlerse öyle yetiştirirler. İmam-hatip okulundaki hocalardan daha güzel, daha şevkatli, daha heyecanlı yetiştirirler. Daha müttakî evlatlar, dini için canını verecek daha hâlis, muhlis Müslümanlar olarak yetiştirebilirler evlatlarını...
“İşte şuna rica etseniz de lütfen başını açsa...” demiş.
Müslüman başını açar mı? Müslüman başını açar mı?.. Ben anlamıyorum, yâni baş açtırmaya çalışanları anlamıyorum. Başı örtenlere düşmanlık edenleri hiç anlamıyorum. 20. yüzyıldan ne kadar uzakta, hiç mi medeniyet, insan hakları, din inanç hürriyeti hususunda diğer ülkelerdeki uygulamaları duymadılar?..