Namaz Vakitleri

20 Cemâziye'l-Evvel 1446
22 Kasım 2024
İmsak
06:22
Güneş
07:52
Öğle
12:55
İkindi
15:25
Akşam
17:48
Yatsı
19:12
Detaylı Arama

Ebû Yezîd El-Bistâmî Hz. (2)

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

16 Zilka'de 1413 / 08.05.1993
İstanbul

Açıklama

Hocamız, Gönül dostumuz, Mürebbi'miz Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN Tabakatus Sufiyye sohbetlerine Mustafa Selâmi Efendi Tekkesi’nde başlamıştır (02. 12. 1991).
Tabakàtü’s-Sùfiyye, Sülemî’nin ilk sûfilerden yüz tanesinin hayatını ve sözlerini kaydettiği eseridir.

Fudayl ibn-i Iyad hakkındadır. Daha sonraki yıllarda, İstanbul’un Anadolu yakasında muhtelif camilerde yapılmıştır.

Sohbetlerin amacını şöyle açıklıyordu: “Bizler de karınca kararınca takvâ yolunda, Rabbimizin rızası yolunda yürüyen insanlar olduğumuzdan, “Bu yolun bizden önceki büyükleri, selef-i sàlihînimiz neler söylemişler, onların nasihatlerinden istifade edelim; nasıl yaşamışlar, hayatları bize örnek olsun!” diye, tasavvuf aleminin büyüklerinin hayatlarını okumayı; sözlerini dinleyip, belleyip mûcebince amel etmeyi düşünerek; Türkçesi bulunmayan bir eser olsun, kaynak olsun, ana eser olsun; böylece yaptığımız çalışma da yapılmamış bir çalışma olarak, yeni bir çalışma olsun diye düşündüğümüz için; 412 hicrî, 1021 milâdî tarihinde, yâni yıllarında vefat etmiş olan, Nişâpurlu Ebû Abdurrahman es Sülemî Hazretleri’nin, tasavvuf ilminde kaynak olan, ana eser olan, müracaat kitabı olan Tabakàtü’s Sùfiyye’sini okumaya başladık.

Bu sohbetler Cumartesi akşamları yapılıyordu ve bir saat kadar sürüyordu. Hoca efendi seyahatte olduğu zamanlar sohbete ara veriliyor, İstanbul’da oldukları zaman devam ediyordu. 7 Mayıs 1997 günü yurtdışına çıkıncaya kadar devam etti. Fudayl ibn-i Iyad’dan başlayıp, sırayla her seferinde birkaç sayfa okuyup izah ederek sohbetlerini sürdürüyordu. 26 Ekim 1996 günü yaptığı son Tabakàtü’s-Sûfiyye sohbetinde, Ebû Osman el-Hîrî’nin 29. sözüne kadar gelmişti.

Sohbetlerde, önce o gün izah edilecek sözlerin Arapça metinleri okunuyor, kısaca anlamı veriliyor; sonra râvîler hakkında dipnotlardan bilgiler veriliyordu. Sözler izah edilip açıklanıyordu. Sohbetin sonunda da, çıkartılacak dersler anlatılıyor ve günümüzde neler yapmamız gerektiği hakkında tavsiyelerde bulunuluyordu.
Otururken Edebe Riayet, Àrifin Derecesi, Àbid ve Àrifin İbadeti, Güzel İbadet Nasıl Yapılır?, Àrifin İlk | gibi konu başlıkları içeren dini sohbet.

Ebû Yezîd El-Bistâmî Hz. (2)

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

16 Zilka'de 1413 / 08.05.1993
İstanbul

Açıklama

Hocamız, Gönül dostumuz, Mürebbi'miz Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN Tabakatus Sufiyye sohbetlerine Mustafa Selâmi Efendi Tekkesi’nde başlamıştır (02. 12. 1991).
Tabakàtü’s-Sùfiyye, Sülemî’nin ilk sûfilerden yüz tanesinin hayatını ve sözlerini kaydettiği eseridir.

Fudayl ibn-i Iyad hakkındadır. Daha sonraki yıllarda, İstanbul’un Anadolu yakasında muhtelif camilerde yapılmıştır.

Sohbetlerin amacını şöyle açıklıyordu: “Bizler de karınca kararınca takvâ yolunda, Rabbimizin rızası yolunda yürüyen insanlar olduğumuzdan, “Bu yolun bizden önceki büyükleri, selef-i sàlihînimiz neler söylemişler, onların nasihatlerinden istifade edelim; nasıl yaşamışlar, hayatları bize örnek olsun!” diye, tasavvuf aleminin büyüklerinin hayatlarını okumayı; sözlerini dinleyip, belleyip mûcebince amel etmeyi düşünerek; Türkçesi bulunmayan bir eser olsun, kaynak olsun, ana eser olsun; böylece yaptığımız çalışma da yapılmamış bir çalışma olarak, yeni bir çalışma olsun diye düşündüğümüz için; 412 hicrî, 1021 milâdî tarihinde, yâni yıllarında vefat etmiş olan, Nişâpurlu Ebû Abdurrahman es Sülemî Hazretleri’nin, tasavvuf ilminde kaynak olan, ana eser olan, müracaat kitabı olan Tabakàtü’s Sùfiyye’sini okumaya başladık.

Bu sohbetler Cumartesi akşamları yapılıyordu ve bir saat kadar sürüyordu. Hoca efendi seyahatte olduğu zamanlar sohbete ara veriliyor, İstanbul’da oldukları zaman devam ediyordu. 7 Mayıs 1997 günü yurtdışına çıkıncaya kadar devam etti. Fudayl ibn-i Iyad’dan başlayıp, sırayla her seferinde birkaç sayfa okuyup izah ederek sohbetlerini sürdürüyordu. 26 Ekim 1996 günü yaptığı son Tabakàtü’s-Sûfiyye sohbetinde, Ebû Osman el-Hîrî’nin 29. sözüne kadar gelmişti.

Sohbetlerde, önce o gün izah edilecek sözlerin Arapça metinleri okunuyor, kısaca anlamı veriliyor; sonra râvîler hakkında dipnotlardan bilgiler veriliyordu. Sözler izah edilip açıklanıyordu. Sohbetin sonunda da, çıkartılacak dersler anlatılıyor ve günümüzde neler yapmamız gerektiği hakkında tavsiyelerde bulunuluyordu.
Otururken Edebe Riayet, Àrifin Derecesi, Àbid ve Àrifin İbadeti, Güzel İbadet Nasıl Yapılır?, Àrifin İlk | gibi konu başlıkları içeren dini sohbet.

Konuşma Metni

Bismillâhirrahmânirrahîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.

Elhamdü li'l-lâhi Rabbi'l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh.Elhamdü li'l-lâhi Rabbi'l-âlemîn. Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh. Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidi'l-evvelîne ve'l-âhirîn.Alâ külli hâlin ve fî külli hîn. Ve's-salâtü ve's-selâmü alâ seyyidi'l-evvelîne ve'l-âhirîn. Ve senedi'l-âşıkîn, Muhammedini'l-Mustafâ ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn. Ve senedi'l-âşıkîn, Muhammedini'l-Mustafâ ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.

Emmâ ba‘d. Aziz ve muhterem kardeşlerim! Emmâ ba‘d.

Aziz ve muhterem kardeşlerim!

Sûfiyye meşâyihinin hayatını anlatan Tabakâtu's-sûfiyye isimli kitabınSûfiyye meşâyihinin hayatını anlatan Tabakâtu's-sûfiyye isimli kitabın Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri ile ilgili bölümüne gelmiştik. Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri ile ilgili bölümüne gelmiştik. Geçen hafta okumaya başladık; bu hafta devam edeceğiz. Geçen hafta okumaya başladık; bu hafta devam edeceğiz.

Başlamadan önce başta Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin rûh-ı pâkine hediye etmek için,Başlamadan önce başta Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hazretlerinin rûh-ı pâkine hediye etmek için, sonra onun cümle âl'inin, ashâbının, etbâının, sâdât ve meşâyih-ı turuk-i aliyyemizin; sonra onun cümle âl'inin, ashâbının, etbâının, sâdât ve meşâyih-ı turuk-i aliyyemizin; Ebû Bekir es-Sıddîk ve Aliyyü'l-Murtazâ'dan hocamız Muhammed Zâhid-i Bursevî'ye kadarEbû Bekir es-Sıddîk ve Aliyyü'l-Murtazâ'dan hocamız Muhammed Zâhid-i Bursevî'ye kadar turuk-ı aliyyemiz silsilelerinden güzerân eylemiş olan sâdât u meşâyihimizin turuk-ı aliyyemiz silsilelerinden güzerân eylemiş olan sâdât u meşâyihimizin ve onların yetiştirdiği halifelerin, müridlerin, tarikat kardeşlerimizin;ve onların yetiştirdiği halifelerin, müridlerin, tarikat kardeşlerimizin; âhirete göçmüş olan annelerimizin, babalarımızın, ecdâd u ceddâd u akraba-ı taallukâtımızın,âhirete göçmüş olan annelerimizin, babalarımızın, ecdâd u ceddâd u akraba-ı taallukâtımızın, ahbâb u yârânımızın, sevdiklerimizin, kardeşlerimizin, evlatlarımızın, arkadaşlarımızın,ahbâb u yârânımızın, sevdiklerimizin, kardeşlerimizin, evlatlarımızın, arkadaşlarımızın, dostlarımızın ruhlarına hediye olsun diye;dostlarımızın ruhlarına hediye olsun diye; şu beldeleri fethetmiş olan Fatih Sultan Muhammed Hân'ın ve mübarek ordusu mensuplarınınşu beldeleri fethetmiş olan Fatih Sultan Muhammed Hân'ın ve mübarek ordusu mensuplarının ve cümle mücahitlerin, şehitlerin, gazilerin ruhlarına hediye olsun diye;ve cümle mücahitlerin, şehitlerin, gazilerin ruhlarına hediye olsun diye; şu beldemizin medâr-ı iftihârı Ebû Eyyûb el-Ensarî hazretlerinin ve sair sahâbe-i kirâmın,şu beldemizin medâr-ı iftihârı Ebû Eyyûb el-Ensarî hazretlerinin ve sair sahâbe-i kirâmın, Yûşâ aleyhisselam'ın ve cümle enbiyâ ve mürselînin;Yûşâ aleyhisselam'ın ve cümle enbiyâ ve mürselînin; bu içinde toplandığımız tekkenin bânîsi Mustafa Selami Efendi hazretlerinin ve hulefâsının bu içinde toplandığımız tekkenin bânîsi Mustafa Selami Efendi hazretlerinin ve hulefâsının ve civarımızda medfun bulunan Abdülehad-i Nûrî hazretlerinin, Haydar Baba hazretlerinin, ve civarımızda medfun bulunan Abdülehad-i Nûrî hazretlerinin, Haydar Baba hazretlerinin, Şeyh Murad Efendi hazretlerinin ve sair evliyâullahın ruhları için;Şeyh Murad Efendi hazretlerinin ve sair evliyâullahın ruhları için; uzaktan yakından buraya teşrif etmiş olan siz kardeşlerimizin âhirete göçmüş bütün sevdiklerininuzaktan yakından buraya teşrif etmiş olan siz kardeşlerimizin âhirete göçmüş bütün sevdiklerinin ve yakınlarının ruhları için; ve sair mü'minîn ü mü'minât, müslimîn ü müslimât kardeşlerimizin ve yakınlarının ruhları için; ve sair mü'minîn ü mü'minât, müslimîn ü müslimât kardeşlerimizin ruhlarının şâd olması, kabirlerinin nur dolması, makamlarının âlâ, derecelerinin yüksek olması için; ruhlarının şâd olması, kabirlerinin nur dolması, makamlarının âlâ, derecelerinin yüksek olması için; Allahu Teâlâ hazretlerinin bizlerden ve onlardan razı olması içinAllahu Teâlâ hazretlerinin bizlerden ve onlardan razı olması için bir Fâtihâ, üç İhlas-ı Şerîf okuyalım; öyle başlayalım. bir Fâtihâ, üç İhlas-ı Şerîf okuyalım; öyle başlayalım.

Semi‘tü'l-Hasene'bne Aliyyi'bni Hayyevey ed-Dâmgâniyye yekûlü.Semi‘tü'l-Hasene'bne Aliyyi'bni Hayyevey ed-Dâmgâniyye yekûlü. Semi‘tü'l-Hasene'bne Alleveyh yekûlü, kâle Ebû Yezîd. Semi‘tü'l-Hasene'bne Alleveyh yekûlü, kâle Ebû Yezîd.

Müellif söylemiş olsa gerek ki; "Semi‘tü ‘işittim.'" diyor. Müellif söylemiş olsa gerek ki; "Semi‘tü ‘işittim.'" diyor.

"Hasan b. Ali Hayyevey ed-Dâmgânî'den duydum. O da Hasan b. Alleveyh'ten duymuş."Hasan b. Ali Hayyevey ed-Dâmgânî'den duydum. O da Hasan b. Alleveyh'ten duymuş. O da Ebû Yezîd-i Bistâmî'den duymuş." O da Ebû Yezîd-i Bistâmî'den duymuş."

Biz Bâyezîd diyoruz. "Ba" kelimesi "Ebû" kelimesinin kısaltılmışıydı. Biz Bâyezîd diyoruz. "Ba" kelimesi "Ebû" kelimesinin kısaltılmışıydı.

Bâyezîd, Ebû Yezîd demek. Bâyezîd-i Bistâmî şöyle demiş. Bâyezîd, Ebû Yezîd demek. Bâyezîd-i Bistâmî şöyle demiş.

Kâle Ebû Yezîde. Niye Yezîde diyoruz? Kâle Ebû Yezîde.

Niye Yezîde diyoruz?

Çünkü Yezîde fiil sîgasından özel isim olduğundan gayr-i munsariftir;Çünkü Yezîde fiil sîgasından özel isim olduğundan gayr-i munsariftir; cer ve tenvin kabul etmediğinden Ebû Yezîde deniliyor; Arap dilbilgisi kaidesi böyle. cer ve tenvin kabul etmediğinden Ebû Yezîde deniliyor; Arap dilbilgisi kaidesi böyle.

Ebû Yezîd yani Bâyezîd-i Bistâmî şöyle demiş: Ebû Yezîd yani Bâyezîd-i Bistâmî şöyle demiş:

Kaadtü leyleten fî mihrâbi, fe-mededtü riclî,Kaadtü leyleten fî mihrâbi, fe-mededtü riclî, fe-hetefe bî hâtifun men yücâlisü'l-mülûke yenbağî en yücâlisehum bi-hüsni'l-edeb.fe-hetefe bî hâtifun men yücâlisü'l-mülûke yenbağî en yücâlisehum bi-hüsni'l-edeb. "Bir gün mihrabımda oturmuştum." "Bir gün mihrabımda oturmuştum."

Mihrâb bize göre bir camide imamın geçip namazı kıldırdığı girintili kısma deniliyor.Mihrâb bize göre bir camide imamın geçip namazı kıldırdığı girintili kısma deniliyor. Kur'ân-ı Kerîm'de de; Kur'ân-ı Kerîm'de de;

Küllemâ dehale aleyhâ Zekeriyye'l-mihrâbe vecede indehâ rizkâ. Küllemâ dehale aleyhâ Zekeriyye'l-mihrâbe vecede indehâ rizkâ.

Meryem validemizin ibadet yerine de mihrâb deniliyor. Meryem validemizin ibadet yerine de mihrâb deniliyor.

"Zekeriya aleyhisselam oraya ne zaman girse kendisinin getirmediği"Zekeriya aleyhisselam oraya ne zaman girse kendisinin getirmediği -kilidi kendisinin elinde başkasının girmesi mümkün değil- çeşit çeşit, türlü türlü rızıklar görürdü." -kilidi kendisinin elinde başkasının girmesi mümkün değil- çeşit çeşit, türlü türlü rızıklar görürdü." mânasına gelen âyet-i kerîme'de mihrab kelimesi geçiyor. mânasına gelen âyet-i kerîme'de mihrab kelimesi geçiyor. Biz mihrab kelimesini şöyle bir girinti mânasına kullanıyoruz. Kur'an-ı Kerîm'de o mânaya değil.Biz mihrab kelimesini şöyle bir girinti mânasına kullanıyoruz. Kur'an-ı Kerîm'de o mânaya değil. "İbadete tahsis edilmiş oda, hücre, yer." mânasına… Burada da o mânaya kullanılmış. "İbadete tahsis edilmiş oda, hücre, yer." mânasına… Burada da o mânaya kullanılmış.

Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri; "Bir gün ibadetgâhımda, ibadet odamda oturmuştum." diyor Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri; "Bir gün ibadetgâhımda, ibadet odamda oturmuştum." diyor

Fe mededtü riclî. "Bir ayağımı uzattım." Fe-hetefe bî hâtifun.Fe mededtü riclî. "Bir ayağımı uzattım." Fe-hetefe bî hâtifun. "Kulağıma gâibten bir ses geldi; şöyle diyordu:""Kulağıma gâibten bir ses geldi; şöyle diyordu:" Men yücâlisü'l-mülûke yenbağî en yücâlisehüm bi-hüsni'l-edebi. Men yücâlisü'l-mülûke yenbağî en yücâlisehüm bi-hüsni'l-edebi. "Hükümdarlarla oturan insanların onların meclisinde edebe riayet ederek oturmaları gerekir." "Hükümdarlarla oturan insanların onların meclisinde edebe riayet ederek oturmaları gerekir."

Hâtif "Gâibten seslenen varlık" demek.Hâtif "Gâibten seslenen varlık" demek. Bazılarına göre hâtif bir melektir; o melek insana görmediği bir yerden, görmediği bir şekilde seslenir.Bazılarına göre hâtif bir melektir; o melek insana görmediği bir yerden, görmediği bir şekilde seslenir. Öyle bir ses geliyor ama baksa kimseyi göremez, çünkü melek. Öyle bir ses geliyor ama baksa kimseyi göremez, çünkü melek. Veyahut da sahibi belli olmayan, görülmeyen seslenene veya sese hâtif derler.Veyahut da sahibi belli olmayan, görülmeyen seslenene veya sese hâtif derler. Onun seslenmesine hetefe derler. "Bana böyle bir seslenici seslendi." Onun seslenmesine hetefe derler.

"Bana böyle bir seslenici seslendi."

Artık kimdi böyle seslenen? Melek midir? Başka bir varlık mıdır, neyse? Artık kimdi böyle seslenen? Melek midir? Başka bir varlık mıdır, neyse?

"Hükümdarlarla oturan edeple oturmalı." dedi. Neden böyle dedi? "Hükümdarlarla oturan edeple oturmalı." dedi.

Neden böyle dedi?

Çünkü o mihrab, ibadet mahalli Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin.Çünkü o mihrab, ibadet mahalli Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin. Oraya girdiği zaman hükümdarlar hükümdarı Allahu Teâlâ hazretlerine ibadet için giriyor; Oraya girdiği zaman hükümdarlar hükümdarı Allahu Teâlâ hazretlerine ibadet için giriyor; orada O'nun için oturuyor.orada O'nun için oturuyor. Dünyadaki bir hükümdarın yanında nasıl edeple oturuluyorsa Allahu Teâlâ hazretlerinin huzurundaDünyadaki bir hükümdarın yanında nasıl edeple oturuluyorsa Allahu Teâlâ hazretlerinin huzurunda çok daha fazla edebe riayetle oturmak lazım gelir. çok daha fazla edebe riayetle oturmak lazım gelir. İbadethânesinde ayağını uzatması uygun düşmemiş ki hâtiften bir ses geliyorİbadethânesinde ayağını uzatması uygun düşmemiş ki hâtiften bir ses geliyor ve böyle yapmaması gerektiği kendisine münasip bir şekilde hatırlatılmış oluyor. ve böyle yapmaması gerektiği kendisine münasip bir şekilde hatırlatılmış oluyor.

Dikkat ederseniz biz namaz kılarken diz çökerek oturuyoruz ki hürmetin en güzel nişânesidir.Dikkat ederseniz biz namaz kılarken diz çökerek oturuyoruz ki hürmetin en güzel nişânesidir. Eğer dizinde, ayağında bir ağrı ve arıza yoksa böyle oturmaya dikkat etmek lazım. Eğer dizinde, ayağında bir ağrı ve arıza yoksa böyle oturmaya dikkat etmek lazım.

Ömer Ziyâddîn Efendi hazretlerinin oğlu Prof. Dr. Yusuf Ziya Binatlı: -Allah razı olsun-Ömer Ziyâddîn Efendi hazretlerinin oğlu Prof. Dr. Yusuf Ziya Binatlı: -Allah razı olsun- "Biz saatlerce otururduk, kıpırdamazdık. Şimdiki gençlerin diz çökerek oturmaya tahammülleri olmuyor."Biz saatlerce otururduk, kıpırdamazdık. Şimdiki gençlerin diz çökerek oturmaya tahammülleri olmuyor. Biz tâlim ederdik ve kıpırdamamak âdetti. Kıpırdamak doğru sayılmazdı. Biz tâlim ederdik ve kıpırdamamak âdetti. Kıpırdamak doğru sayılmazdı. Diz çökmekten başka bir şekilde oturmak da caiz değil gibiydi. Öyle oturulurdu." diyor. Diz çökmekten başka bir şekilde oturmak da caiz değil gibiydi. Öyle oturulurdu." diyor.

Tabii insan yaşlandığı zaman dizindeki kireçlenme, arıza,Tabii insan yaşlandığı zaman dizindeki kireçlenme, arıza, eklemlerdeki sıkıntı ve kıkırdakların rahatsızlanması dolayısıyla bazı şeyleri yapamayabiliyor.eklemlerdeki sıkıntı ve kıkırdakların rahatsızlanması dolayısıyla bazı şeyleri yapamayabiliyor. Ayağını, parmağını kıvıramayabilir. Ayağını, parmağını kıvıramayabilir. Mesela başparmağını kıbleye dönük tutabilmesi lazımMesela başparmağını kıbleye dönük tutabilmesi lazım ama rahatsızlık olunca yapamayabiliyor veya eğilemeyebiliyor. ama rahatsızlık olunca yapamayabiliyor veya eğilemeyebiliyor. O zaman başı ile îmâ ile namazı kılıyor.O zaman başı ile îmâ ile namazı kılıyor. Ama yapabildiğince, olanca dikkati ileAma yapabildiğince, olanca dikkati ile ve olanca hürmeti ile hareket etmek lazım, hürmetkâr bir şekilde oturmak kalkmaz lazım.ve olanca hürmeti ile hareket etmek lazım, hürmetkâr bir şekilde oturmak kalkmaz lazım. Edebe riayet etmek lazım. Edebe riayet etmek lazım. Nasıl dünyadaki büyük zâtların huzurunda hürmetkâr oturuluyorsaNasıl dünyadaki büyük zâtların huzurunda hürmetkâr oturuluyorsa onların hepsinden çok daha fazla Allahu Teâlâ hazretlerinin huzurunda edebe riayet etmek lazım. onların hepsinden çok daha fazla Allahu Teâlâ hazretlerinin huzurunda edebe riayet etmek lazım.

Ve bihî kâle. "Aynı rivayet zinciriyle gelen haberde müellif Sülemî'ye kadar:"Ve bihî kâle. "Aynı rivayet zinciriyle gelen haberde müellif Sülemî'ye kadar:" Süile Ebû Yezîde an-dereceti'l-ârif, fe-kâle leyseSüile Ebû Yezîde an-dereceti'l-ârif, fe-kâle leyse hünâke derecetün bel a'lâ fâideti'l-ârifi vücûdu ma'rûfihî. hünâke derecetün bel a'lâ fâideti'l-ârifi vücûdu ma'rûfihî. "Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine ‘Ârifin derecesi nedir, nasıldır"Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerine ‘Ârifin derecesi nedir, nasıldır mertebesi, mevkii, makamı, hâli, şânı nasıldır?' diye soruldu. O da cevaben buyurdu ki:"mertebesi, mevkii, makamı, hâli, şânı nasıldır?' diye soruldu. O da cevaben buyurdu ki:" Leyse hünâke derece. "O makamda öyle bir mevki, derece bahis konusu değildir." Leyse hünâke derece. "O makamda öyle bir mevki, derece bahis konusu değildir."

Ârif olmuşsa insan, irfana ermişse, mârifetullahı hâsıl etmişse, Allah'ı bilen bir insan hâline gelmişse; Ârif olmuşsa insan, irfana ermişse, mârifetullahı hâsıl etmişse, Allah'ı bilen bir insan hâline gelmişse;

Bel a'lâ fâideti'l-ârifi. "Ârifin en yüksek duygusu…" Fâide burada "içinde duyduğu mâna" demek. Bel a'lâ fâideti'l-ârifi. "Ârifin en yüksek duygusu…"

Fâide burada "içinde duyduğu mâna" demek.

Vücûdu ma'rûfihî. Vücûdu ma'rûfihî. "Bildiği, mârufu olan Allahu Teâlâ hazretleri,"Bildiği, mârufu olan Allahu Teâlâ hazretleri, mâbudu ve mârufu olan Allahu Teâlâ hazretlerinin varlığıdır." mâbudu ve mârufu olan Allahu Teâlâ hazretlerinin varlığıdır."

Onu hisseder, başka bir şey hissetmez. Orada mevki, makam, rütbe, şan, hal, sıfat yok olur.Onu hisseder, başka bir şey hissetmez. Orada mevki, makam, rütbe, şan, hal, sıfat yok olur. Ârif irfân-ı hakîkîye erdi mi sadece mârufunu yani Rabbinin varlığını hisseder; başka bir şey hissetmez.Ârif irfân-ı hakîkîye erdi mi sadece mârufunu yani Rabbinin varlığını hisseder; başka bir şey hissetmez. Bu başka şeyin düşünüldüğü, konuşulduğu bir hal değildir.Bu başka şeyin düşünüldüğü, konuşulduğu bir hal değildir. O mertebede bir O vardır; başka bir şey yoktur. O mertebede bir O vardır; başka bir şey yoktur.

Kâle ve kâle Ebû Yezîde. "Yine aynı râvî Ebû Yezîd-i Bistâmî'nin şöyle dediğini rivâyet etmiş." Kâle ve kâle Ebû Yezîde. "Yine aynı râvî Ebû Yezîd-i Bistâmî'nin şöyle dediğini rivâyet etmiş." el-Âbidü ya'büdühû bi'l-hâli ve'l-a‘rifü'l-vâsılu ya'büdühû fi'l-hâli. el-Âbidü ya'büdühû bi'l-hâli ve'l-a‘rifü'l-vâsılu ya'büdühû fi'l-hâli.

Tabii bu sözlerin inceliklerini anlamak için o halleri yaşamak lazım.Tabii bu sözlerin inceliklerini anlamak için o halleri yaşamak lazım. Ama hiç olmazsa Arapça'yı biraz iyi bilmek lazım. Ama hiç olmazsa Arapça'yı biraz iyi bilmek lazım. Çünkü çok ince sözler söylüyorlar; mânalar çok derin.Çünkü çok ince sözler söylüyorlar; mânalar çok derin. Bâyezîd-i Bistâmî demiş ki: "Âbid Allah'a hal ile birtakım hâller ve tavırlar ile ibadet eder.Bâyezîd-i Bistâmî demiş ki:

"Âbid Allah'a hal ile birtakım hâller ve tavırlar ile ibadet eder.
Ama Allah'a vasıl olmuş olan ârif kul Allah'a hal içinde, güzel bir hal ile ibadet eder." Ama Allah'a vasıl olmuş olan ârif kul Allah'a hal içinde, güzel bir hal ile ibadet eder."

Bu sözden maksat ne olabilir diye düşünelim. Bir âbid var; ibadet ediyor, namaz kılıyor,Bu sözden maksat ne olabilir diye düşünelim.

Bir âbid var; ibadet ediyor, namaz kılıyor,
oruç tutuyor, tesbih çekiyor, vazifelerini yapıyor, Allah'ın emirlerini yerine getiriyor.oruç tutuyor, tesbih çekiyor, vazifelerini yapıyor, Allah'ın emirlerini yerine getiriyor. Tasavvufta en yüksek mertebe âbidin değildir. Âbid aşağı mertebededir, daha yükseldiği zaman zahid olur.Tasavvufta en yüksek mertebe âbidin değildir. Âbid aşağı mertebededir, daha yükseldiği zaman zahid olur. Daha yükseldiği zaman ârif olur. Daha yükseldiği zaman âşık olur.Daha yükseldiği zaman ârif olur. Daha yükseldiği zaman âşık olur. Tasavvufun mertebelerinin yükseği âriflerin makamıdır. Âbidlik makamı daha aşağıdadır.Tasavvufun mertebelerinin yükseği âriflerin makamıdır. Âbidlik makamı daha aşağıdadır. Ârif denildiği zaman ibadetleri şeklen yerine getiren ama henüz kalbi, gönlüÂrif denildiği zaman ibadetleri şeklen yerine getiren ama henüz kalbi, gönlü çok nurlanıp da tam irfâna erememiş kimse kastediliyor.çok nurlanıp da tam irfâna erememiş kimse kastediliyor. Henüz batınını nurlandıramamış, kalp gözünü tam açamamış,Henüz batınını nurlandıramamış, kalp gözünü tam açamamış, tam maksûda erişememiş, olgunlaşamamış kimse kastediliyor. tam maksûda erişememiş, olgunlaşamamış kimse kastediliyor.

Âbid Allah'a hal ile ibadet eder. Yani şeklen, zâhirdeki şekillere, usullere, tarzlara göre ibadet yapar.Âbid Allah'a hal ile ibadet eder. Yani şeklen, zâhirdeki şekillere, usullere, tarzlara göre ibadet yapar. İşte, el pençe divan durur, boynunu büker, vesaire.İşte, el pençe divan durur, boynunu büker, vesaire. Allah'a vasıl olmuş, maksuda ermiş, olgunlaşmış,Allah'a vasıl olmuş, maksuda ermiş, olgunlaşmış, vâsıl-ı ilallâh Allah'a ulaşma makamına yükselmiş olan ârif kul ise Allah'a hal içinde ibadet eder.vâsıl-ı ilallâh Allah'a ulaşma makamına yükselmiş olan ârif kul ise Allah'a hal içinde ibadet eder. Şekil ile değil de güzel bir hâle bürünmüş olarak ibadet eder. Şekil ile değil de güzel bir hâle bürünmüş olarak ibadet eder.

Şöyle diyebiliriz: "Birisi şeklen ibadet eder, birisi duyarak;Şöyle diyebiliriz: "Birisi şeklen ibadet eder, birisi duyarak; hissede hissede, tadını çıkara çıkara, o hâli yaşaya yaşaya, zevkini tada tada ibadet eder." hissede hissede, tadını çıkara çıkara, o hâli yaşaya yaşaya, zevkini tada tada ibadet eder."

Kâle ve süile Ebû Yezîde, bi-mâzâ yüsteânü ale'l-ibadeti, fe-kâle bi-l-lâhi in künte tâ‘rifühû.Kâle ve süile Ebû Yezîde, bi-mâzâ yüsteânü ale'l-ibadeti, fe-kâle bi-l-lâhi in künte tâ‘rifühû. "Yine Ebû Yezîd-i Bistâmî hazretlerine birisi sormuş ki:" "Yine Ebû Yezîd-i Bistâmî hazretlerine birisi sormuş ki:"

Tabii onun etrafında, onunla konuşacak insanlar da tasavvufta epeyce ilerlemiş,Tabii onun etrafında, onunla konuşacak insanlar da tasavvufta epeyce ilerlemiş, dinî bilgileri yüksek insanlar; öyle sıradan insanlar değiller. dinî bilgileri yüksek insanlar; öyle sıradan insanlar değiller. Sorular ince, cevaplar da onlara göre ince, hassas ve yüksek. Birisi sormuş ki: Sorular ince, cevaplar da onlara göre ince, hassas ve yüksek. Birisi sormuş ki:

Bi-mâzâ yüsteânü ale'l ibâdeti. "Allah'a kulluk ve ibadet yapmaya ne yardımcı olabilir?" Bi-mâzâ yüsteânü ale'l ibâdeti. "Allah'a kulluk ve ibadet yapmaya ne yardımcı olabilir?"

"Neye mazhar olursa insan ibadeti kolay yapar? İbadeti kolay yapmanın destekçisi ne olabilir?"Neye mazhar olursa insan ibadeti kolay yapar? İbadeti kolay yapmanın destekçisi ne olabilir? Nereden destek alır? İnsan güzel ibadet etmeye ne ile kudret bulur?" gibi bir soru sormuş. Nereden destek alır? İnsan güzel ibadet etmeye ne ile kudret bulur?" gibi bir soru sormuş.

Hepimiz ibadet ediyoruz da, güzel ibadeti nasıl yapabiliriz?Hepimiz ibadet ediyoruz da, güzel ibadeti nasıl yapabiliriz? Ne yapmak, hangi sebeplere tevessül etmek lazım ki yaptığımız ibadet makbul ve güzel bir ibadet olsun.Ne yapmak, hangi sebeplere tevessül etmek lazım ki yaptığımız ibadet makbul ve güzel bir ibadet olsun. "Acaba bunun levâzımâtı, tedârikâtı, esbâbı nedir?"Acaba bunun levâzımâtı, tedârikâtı, esbâbı nedir? Neleri yaparsak güzel ibadet etme durumuna yükselebiliriz?" diye sormuşlar. Neleri yaparsak güzel ibadet etme durumuna yükselebiliriz?" diye sormuşlar.

Bu soruyu size sorulmuş gibi bir düşünün; cevabını kendi içinizde arayın.Bu soruyu size sorulmuş gibi bir düşünün; cevabını kendi içinizde arayın. Bakalım Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin cevabı nasıl? Diyor ki: Bakalım Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin cevabı nasıl? Diyor ki:

Fe-kâle bi'l-lâhi. "Allah ile." Fe-kâle bi'l-lâhi. "Allah ile."

Güzel olmasının tedârikâtı yine Allah'tandır, Allah yardım ederse olur. Güzel olmasının tedârikâtı yine Allah'tandır, Allah yardım ederse olur.

İn künte tâ'rifühû. "Eğer sen Allah'ı biliyorsan." İn künte tâ'rifühû. "Eğer sen Allah'ı biliyorsan."

Eğer sen Allah'ı bilmiş, tanımış, irfâna ermişsen, mârifetullaha sahip olmuşsan o zaman Allah'la,Eğer sen Allah'ı bilmiş, tanımış, irfâna ermişsen, mârifetullaha sahip olmuşsan o zaman Allah'la, Allah'ın desteğiyle, yardımıyla ibadeti güzel yaparsın.Allah'ın desteğiyle, yardımıyla ibadeti güzel yaparsın. Onun için namazda da; İyyâke na'büdü ve iyyâke neste‘în.Onun için namazda da;

İyyâke na'büdü ve iyyâke neste‘în.
"Yâ Rabbi! Ancak sana ibadet ederiz, ancak senden yardım isteriz." diyoruz. "Yâ Rabbi! Ancak sana ibadet ederiz, ancak senden yardım isteriz." diyoruz.

İbadete kuvvet de, ibadeti zevkle yapmak da, ibadetin esrarına âşinâ olmak da ondandır.İbadete kuvvet de, ibadeti zevkle yapmak da, ibadetin esrarına âşinâ olmak da ondandır. İbadetin tadını kavramak da, onu ihlâsla, makbul, güzel bir tarzda yapabilmek de İbadetin tadını kavramak da, onu ihlâsla, makbul, güzel bir tarzda yapabilmek de onun tevfîkiyledir, irşâdıyladır, işaretiyledir.onun tevfîkiyledir, irşâdıyladır, işaretiyledir. Onun verdiği ihsanât ve ikrâmât ile mânevî haller ve duygular iledir. Her şey Allah'tandır. Onun verdiği ihsanât ve ikrâmât ile mânevî haller ve duygular iledir. Her şey Allah'tandır.

Geçen hafta da yeri geldi söyledik; halvete, itikâfa girildiği zaman ilk başta; Geçen hafta da yeri geldi söyledik; halvete, itikâfa girildiği zaman ilk başta;

Lâ fâile illâ hû'yu öğretiyoruz. Lâ fâile illâ hû'yu öğretiyoruz.

Derviş ilk önce her şeyi yapanın, edenin Allahu Teâlâ hazretlerinin olduğunu anlasın diyeDerviş ilk önce her şeyi yapanın, edenin Allahu Teâlâ hazretlerinin olduğunu anlasın diye kalp dersinde ilk o mâna tefekkür ediliyor. Yef'alu'l-lâhu mâ yeşâ ve yahkümü mâ yürîd. kalp dersinde ilk o mâna tefekkür ediliyor.

Yef'alu'l-lâhu mâ yeşâ ve yahkümü mâ yürîd.

"Lâ fâile illâ hû." manası iyice hazmettiriliyor. "Lâ fâile illâ hû." manası iyice hazmettiriliyor.

İbadetin güzel yapılması, tadına vararak yapılması da yine Allah'tan gelen yardımla olur.İbadetin güzel yapılması, tadına vararak yapılması da yine Allah'tan gelen yardımla olur. Bu yardım da mârifetullahtan hâsıl olur. Bu yardım da mârifetullahtan hâsıl olur. İnsan Allah'ı iyi biliyorsa, irfana, mârifetullaha ermişse o zaman Allah tarafından kendisineİnsan Allah'ı iyi biliyorsa, irfana, mârifetullaha ermişse o zaman Allah tarafından kendisine tevfîkât-i semadâniyye ihsân olunur da ibadeti de tatlı, güzel, âlâ ve hoş bir tarzda yapabilir. tevfîkât-i semadâniyye ihsân olunur da ibadeti de tatlı, güzel, âlâ ve hoş bir tarzda yapabilir.

O halde yine Allah'tan isteyeceğiz: "Yâ Rabbi! Şu ibadeti güzel yapmamda bana yardım eyle!" O halde yine Allah'tan isteyeceğiz:

"Yâ Rabbi! Şu ibadeti güzel yapmamda bana yardım eyle!"

Hacca giderken ne diyoruz? Hacca giderken ne diyoruz?

"Yâ Rabbi! Senin rızan için beyt-i şerîfini ziyaret etmeye, haccetmeye niyet ettim"Yâ Rabbi! Senin rızan için beyt-i şerîfini ziyaret etmeye, haccetmeye niyet ettim fe yessirhu lî ‘Bunu bana kolaylaştır.' fe yessirhu lî ‘Bunu bana kolaylaştır.' Ve tekabbelhu minnî ‘Ve bu haccı benden kabul eyle yâ Rabbi!'" diyoruz. Ve tekabbelhu minnî ‘Ve bu haccı benden kabul eyle yâ Rabbi!'" diyoruz.

Ve einnî alâ edâ-i zikrike ve şükrike ve hüsni ibâdetike diye duamız var. Ve einnî alâ edâ-i zikrike ve şükrike ve hüsni ibâdetike diye duamız var.

Peygamber Efendimiz'in bize öğrettiği; Peygamber Efendimiz'in bize öğrettiği;

"Seni zikretmekte, sana şükretmekte, sana güzel ibadet etmekte bize yardım et yâ Rabbi!" diyoruz. "Seni zikretmekte, sana şükretmekte, sana güzel ibadet etmekte bize yardım et yâ Rabbi!" diyoruz.

Bu da yardımın ondan geldiğini gösteren bir dua. Burada da sorana o mânayı anlatmış oluyor.Bu da yardımın ondan geldiğini gösteren bir dua. Burada da sorana o mânayı anlatmış oluyor. Yani yardım Allah'tan gelecek. Yani yardım Allah'tan gelecek.

Einnî. "Bana yardım eyle." Einnî. "Bana yardım eyle." Alâ edâi zikrike. "Senin zikrini güzel edâ etmek hususunda bana yardım eyle."Alâ edâi zikrike. "Senin zikrini güzel edâ etmek hususunda bana yardım eyle." Ve şükrike. "Ve verdiğin nimetlere güzel şükretmek hususunda bana yardım eyle."Ve şükrike. "Ve verdiğin nimetlere güzel şükretmek hususunda bana yardım eyle." Ve hüsni ibâdetike. "Ve ibadetini güzel edâ etmek hususunda bana yardım eyle." Ve hüsni ibâdetike. "Ve ibadetini güzel edâ etmek hususunda bana yardım eyle."

Dua böyle.Dua böyle. Demek ki ibadetin güzel bir vecih ile yapılabilmesinin yardımı da yine Allah'tan gelecek; ondan istenecek. Demek ki ibadetin güzel bir vecih ile yapılabilmesinin yardımı da yine Allah'tan gelecek; ondan istenecek.

Kâle ve kâle Ebû Yezîd.Kâle ve kâle Ebû Yezîd. Yine aynı râvî; "Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin şöyle buyurduğunu rivayet etmiş:" Yine aynı râvî; "Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin şöyle buyurduğunu rivayet etmiş:"

Ednâ mâ yecibu ale'l-ârifi en-yehebe lehû mâ kad mellekehû. Ednâ mâ yecibu ale'l-ârifi en-yehebe lehû mâ kad mellekehû.

Ednâ mâ yecibu ale'l-ârif. "Ârif olana, yüksek seviyeli sûfîye, müslümana gereken şeylerin en aşağısı;Ednâ mâ yecibu ale'l-ârif. "Ârif olana, yüksek seviyeli sûfîye, müslümana gereken şeylerin en aşağısı; ilki, en evvel, en başta geleni." En yehebe lehû. "Allah'a bağışlamasıdır." ilki, en evvel, en başta geleni." En yehebe lehû. "Allah'a bağışlamasıdır." Mâ kad mellekehû. "Allah'ın kendisini sahip kıldığı her şeyi, Allah'ın verdiği her şeyi Allah'a bağışlamasıdır." Mâ kad mellekehû. "Allah'ın kendisini sahip kıldığı her şeyi, Allah'ın verdiği her şeyi Allah'a bağışlamasıdır."

Ârifliğin ilk vazifesi, ârifin yapacağı ilk şey,Ârifliğin ilk vazifesi, ârifin yapacağı ilk şey, Allah kendisine ne vermişse Allah'ın verdiği her şeyi Allah'a bağışlaması. Allah kendisine ne vermişse Allah'ın verdiği her şeyi Allah'a bağışlaması.

Allah bize ne vermiş? Allah bize ne vermiş?

Akıl vermiş, güç kuvvet, mal mülk, ilim imkân vermiş. Bunları hep Allah veriyor. Akıl vermiş, güç kuvvet, mal mülk, ilim imkân vermiş. Bunları hep Allah veriyor.

Bizim bunları tekrar Allah'a bağışlamamız ne demek olabilir? Bizim bunları tekrar Allah'a bağışlamamız ne demek olabilir?

"Bunların hepsini Allah'ın hizmetine vermek." demek olabilir."Bunların hepsini Allah'ın hizmetine vermek." demek olabilir. Kul Allah'a bir şey veremez. Çünkü mal, varlık zaten Allah'ın. Kul Allah'a bir şey veremez. Çünkü mal, varlık zaten Allah'ın.

Bu ne demek olabilir? Bu ne demek olabilir?

Allah'ın verdiği bütün gücü, kuvveti, imkânı, ilmi vesaireyi Allah yoluna sarf etmesi lazım. Allah'ın verdiği bütün gücü, kuvveti, imkânı, ilmi vesaireyi Allah yoluna sarf etmesi lazım.

"Yâ Rabbi! Sen bana kuvvet mi verdin? Kalkayım sana ibadet edeyim."Yâ Rabbi! Sen bana kuvvet mi verdin? Kalkayım sana ibadet edeyim. Yâ Rabbi! Sen bana akıl, fikir, ilim mi verdin? Bu ilmi senin dinine yardımcı olmak için kullanayım. Yâ Rabbi! Sen bana akıl, fikir, ilim mi verdin? Bu ilmi senin dinine yardımcı olmak için kullanayım. İnsanların arasına gireyim; onları senin dinine çağırayım, irşat edeyim, doğru yola çekmeye çalışayım. İnsanların arasına gireyim; onları senin dinine çağırayım, irşat edeyim, doğru yola çekmeye çalışayım. Emr-i mâruf yapayım, nehy-i münker yapayım. Ya Rabbi! Sen bana mal-mülk mü verdin?Emr-i mâruf yapayım, nehy-i münker yapayım. Ya Rabbi! Sen bana mal-mülk mü verdin? Tamam, senin rızanı kazanmak için ben bunları fukarâya dağıtayım, cihada harcayayım;Tamam, senin rızanı kazanmak için ben bunları fukarâya dağıtayım, cihada harcayayım; İslâm'ın gelişmesi için, hayrât u hasenâta harcayayım." diye Allah'ın kendisine nasip ettiği,İslâm'ın gelişmesi için, hayrât u hasenâta harcayayım." diye Allah'ın kendisine nasip ettiği, vermiş olduğu her şeyi Allah yoluna, Allah'a hîbe etmesi, Allah yoluna vermesi gerekir.vermiş olduğu her şeyi Allah yoluna, Allah'a hîbe etmesi, Allah yoluna vermesi gerekir. Ârifin yapacağı ilk iş bu; en aşağı mertebesi.Ârifin yapacağı ilk iş bu; en aşağı mertebesi. Tabii ondan sonra artık ne yapması gerekiyorsa yapacak. Tabii ondan sonra artık ne yapması gerekiyorsa yapacak. En kıymetli varlığı canıdır; icabında canını bile Allah yolunda feda edecek. En kıymetli varlığı canıdır; icabında canını bile Allah yolunda feda edecek.

Kâle ve kâle Ebû Yezîd. Kâle ve kâle Ebû Yezîd. Men iddea'l-cem'a bi-ibtilâi'l-hakki yahtâcü en yülzime nefsehû ılele'l-ubûdiyye.Men iddea'l-cem'a bi-ibtilâi'l-hakki yahtâcü en yülzime nefsehû ılele'l-ubûdiyye. "Bir kimse Hakk'ın iptilâsı ile beraber olmak iddiasında ise o"Bir kimse Hakk'ın iptilâsı ile beraber olmak iddiasında ise o zaman nefsini kulluğun esbâbına bağlamaya muhtaç olur." zaman nefsini kulluğun esbâbına bağlamaya muhtaç olur."

İptilâ; Allah'ın, kulu bir şeye müptela kılması demek.İptilâ; Allah'ın, kulu bir şeye müptela kılması demek. Allah kullarını imtihan etmek için onlara çeşitli sebepler gönderir.Allah kullarını imtihan etmek için onlara çeşitli sebepler gönderir. Hastalık verir, başına bir olay getirir, bir sıkıntıya sokar.Hastalık verir, başına bir olay getirir, bir sıkıntıya sokar. Hakk'ın müptela kılmasıyla cem iddiasında olan bir kimse nefsini kulluğunHakk'ın müptela kılmasıyla cem iddiasında olan bir kimse nefsini kulluğun ön esbabı, illetleri, sebepleri nelerse onlara sarılmak zorundadır.ön esbabı, illetleri, sebepleri nelerse onlara sarılmak zorundadır. Kulluk neyi gerektiriyorsa o esbâba tevessül edip gereklerini yapmaya sıkı sıkı sarılması icap eder. Kulluk neyi gerektiriyorsa o esbâba tevessül edip gereklerini yapmaya sıkı sıkı sarılması icap eder.

Semi‘tü Mansûre'bni Abdillâhi yekûlü semi‘tü Ebâ İmrâne Muse'bne ‘İsâ el-Ma‘rûf bi-Ümey,Semi‘tü Mansûre'bni Abdillâhi yekûlü semi‘tü Ebâ İmrâne Muse'bne ‘İsâ el-Ma‘rûf bi-Ümey, yekûlü semi'tü Ebi, yekûlü ezzene Ebû Yezîde merraten sümme erâde en yukîmeyekûlü semi'tü Ebi, yekûlü ezzene Ebû Yezîde merraten sümme erâde en yukîme fe-nezara fi's-saffi fe-raâ racülen aleyhi eserü seferin, fe-tekaddeme ileyhi, fe-kellemehû bi-şey'in,fe-nezara fi's-saffi fe-raâ racülen aleyhi eserü seferin, fe-tekaddeme ileyhi, fe-kellemehû bi-şey'in, fe-kame'r-racülü ve harece mine'l-mescid, fe-seelehû ba'du men hazara, fe-kâle'r-racülü:fe-kame'r-racülü ve harece mine'l-mescid, fe-seelehû ba'du men hazara, fe-kâle'r-racülü: Küntüm fi's-seferi, fe-lem ecidi'l mâ'e, fe-teyemmemtü ve nesîtü ve dehaltü'l mescideKüntüm fi's-seferi, fe-lem ecidi'l mâ'e, fe-teyemmemtü ve nesîtü ve dehaltü'l mescide fe-kâle lî Ebû Yezîde lâ yecûzü't- teyemmümü fi'l-hazari fe-zekertü zâlike ve haractü. fe-kâle lî Ebû Yezîde lâ yecûzü't- teyemmümü fi'l-hazari fe-zekertü zâlike ve haractü.

Bu hadiseyi müellif Mansûre'bni Abdillâh'tan; "Abdullah oğlu Mansur'dan" duymuş.Bu hadiseyi müellif Mansûre'bni Abdillâh'tan; "Abdullah oğlu Mansur'dan" duymuş. O da künyesi Ebû İmrân olan Ümey lakaplı -amcacık demek- Musa b. İsa'dan;O da künyesi Ebû İmrân olan Ümey lakaplı -amcacık demek- Musa b. İsa'dan; o da babasından duymuş ki babası şöyle nakletmiş:"o da babasından duymuş ki babası şöyle nakletmiş:" Ezzene Ebû Yezîd merraten. "Bâyezîd-i Bistâmî bir gün, bir kere ezan okudu."Ezzene Ebû Yezîd merraten. "Bâyezîd-i Bistâmî bir gün, bir kere ezan okudu." Sümme erâde en yukîme. "Sonra da kâmet getirmek istedi." Sümme erâde en yukîme. "Sonra da kâmet getirmek istedi."

Ezanı okudu artık farza duracaklar; kamet getirmek istedi. Ezanı okudu artık farza duracaklar; kamet getirmek istedi.

Fe-nazara fi's-saffi. "Döndü, safa baktı." Fe-nazara fi's-saffi. "Döndü, safa baktı."

Arkasında saf bağlayan cemaat durumunda olan insanlara şöyle bir baktı. Arkasında saf bağlayan cemaat durumunda olan insanlara şöyle bir baktı.

Fe-raâ racülen aleyhi eserü seferin. "Baktı ki orada seyahatten gelmiş, yabancı bir insan duruyor."Fe-raâ racülen aleyhi eserü seferin. "Baktı ki orada seyahatten gelmiş, yabancı bir insan duruyor." Fe-tekaddeme ileyhi. "Onun yanına vardı." Fe-kellemehû bi-şey'in. "Ona bir şey söyledi." Fe-tekaddeme ileyhi. "Onun yanına vardı." Fe-kellemehû bi-şey'in. "Ona bir şey söyledi." Fe-kâmet racülün. "Bunun üzerine adam kalktı." Ve harece mine'l-mescid. "Mescitten çıktı gitti." Fe-kâmet racülün. "Bunun üzerine adam kalktı." Ve harece mine'l-mescid. "Mescitten çıktı gitti." Fe-seelehû ba'dü men hazara. "Orada olup da durumu görenlerden birisiFe-seelehû ba'dü men hazara. "Orada olup da durumu görenlerden birisi ‘Bâyezîd-i Bistamî sana ne söyledi ki kalktın mescitten çıktın?' diye sordu." ‘Bâyezîd-i Bistamî sana ne söyledi ki kalktın mescitten çıktın?' diye sordu." Fe-kâle'r-racülü. "Bu adam dedi ki"Fe-kâle'r-racülü. "Bu adam dedi ki" Küntü fi's-seferi. "Yolcuydum, seyahatteydim, yoldan geliyordum." Küntü fi's-seferi. "Yolcuydum, seyahatteydim, yoldan geliyordum." Fe-lem ecidi'l-mâ'e. "Çeşme yoktu, kuyu yoktu, su bulamamıştım." Fe-lem ecidi'l-mâ'e. "Çeşme yoktu, kuyu yoktu, su bulamamıştım." Fe-teyemmemtü. "Teyemmüm abdesti almıştım."Fe-teyemmemtü. "Teyemmüm abdesti almıştım." Ve nesiytü. "Şehre gelince teyemmümle abdest aldığımı unuttum, mescide girdim."Ve nesiytü. "Şehre gelince teyemmümle abdest aldığımı unuttum, mescide girdim." La yecûzü't-teyemmümü fi'l-hazari. La yecûzü't-teyemmümü fi'l-hazari. "İnsan bir seyahat bitip de beldesine, şehrine geldi mi teyemmüm caiz olmaz." dedi."İnsan bir seyahat bitip de beldesine, şehrine geldi mi teyemmüm caiz olmaz." dedi. Fe-zekertü zâlike. "Ben de böylece yolda teyemmümle abdest aldığımı bu hatırlatma üzerine anladım da…"Fe-zekertü zâlike. "Ben de böylece yolda teyemmümle abdest aldığımı bu hatırlatma üzerine anladım da…" Ve haractü. "Onun için abdest almak üzere mescitten çıktım." Ve haractü. "Onun için abdest almak üzere mescitten çıktım."

Bâyezîd-i Bistâmî keramet gösteriyor. Bâyezîd-i Bistâmî keramet gösteriyor.

Hani Osman-ı Zinnûreyn Efendimiz halifeyken birisi yanına gelmiş de,Hani Osman-ı Zinnûreyn Efendimiz halifeyken birisi yanına gelmiş de, Hz. Osman ona; "Ben senin gözünde zina emareleri, izleri görüyorum" demiş. Adam afallamış demiş ki: Hz. Osman ona;

"Ben senin gözünde zina emareleri, izleri görüyorum" demiş. Adam afallamış demiş ki:

"Yoksa Peygamberlik bitmedi mi? Peygamber Efendimiz âhirete göçtü. "Yoksa Peygamberlik bitmedi mi? Peygamber Efendimiz âhirete göçtü. Ebû Bekir halife oldu, Ömer halife oldu, sen halife oldun.Ebû Bekir halife oldu, Ömer halife oldu, sen halife oldun. Yoksa Peygamberlik devam mı ediyor, vahiy mi geliyor?Yoksa Peygamberlik devam mı ediyor, vahiy mi geliyor? Nereden bildin? Benim gözümde zina izlerini nasıl gördün?" Nereden bildin? Benim gözümde zina izlerini nasıl gördün?"

Meğer yolda gelirken açık bir kapıdan içeriye bakmış.Meğer yolda gelirken açık bir kapıdan içeriye bakmış. Tabii bakmaması gerekiyor; kapıdan, pencereden içeriye bakılmaz.Tabii bakmaması gerekiyor; kapıdan, pencereden içeriye bakılmaz. Kapıdan, pencereden içeriye bakan izinsiz oraya girmiş gibidir; bakmayacak. Kapıdan, pencereden içeriye bakan izinsiz oraya girmiş gibidir; bakmayacak.

Onun için bizim tekkede, tarikatte prensip nedir? Onun için bizim tekkede, tarikatte prensip nedir?

Nazar ber-kadem. "Pabucunun ucuna bakacak." Nazar ber-kadem. "Pabucunun ucuna bakacak."

Ayağına bakacak. Etrafına baktı mı gözü takılır. O etrafa bakmış ve içeriyi görmüş.Ayağına bakacak. Etrafına baktı mı gözü takılır. O etrafa bakmış ve içeriyi görmüş. Kapıdan bakmakla kapıdan içeri girmek aynı şekilde yasaktır. İkisi de doğru değildir.Kapıdan bakmakla kapıdan içeri girmek aynı şekilde yasaktır. İkisi de doğru değildir. Açık diye başkasının kapısından içeri giremezsin. Kapısından, camından bakamazsın. Açık diye başkasının kapısından içeri giremezsin. Kapısından, camından bakamazsın.

"Ne yapayım, açmasaydı!" "Ne yapayım, açmasaydı!"

O açmış bir kabahat işlemiş, sen de bakmışsın bir kabahat işlemişsin.O açmış bir kabahat işlemiş, sen de bakmışsın bir kabahat işlemişsin. İkisi de kabahat; ikiniz de yapmayacaktınız.İkisi de kabahat; ikiniz de yapmayacaktınız. O kapısını kapatacaktı, camına, penceresine perde yapacaktı; sen de bakmayacaktın.O kapısını kapatacaktı, camına, penceresine perde yapacaktı; sen de bakmayacaktın. Herhangi bir şekilde açılmışsa da ötekisi bakmayacak.Herhangi bir şekilde açılmışsa da ötekisi bakmayacak. Birisi uyumuş, görünmemesi gereken yerleri açılmış. Ne yapacak insan? Birisi uyumuş, görünmemesi gereken yerleri açılmış.

Ne yapacak insan?

Örtecek, çünkü o farkında değil. Örtecek, çünkü o farkında değil.

Bir cünüb hâli, abdestsizlik hâli olsa da hadi desek kiBir cünüb hâli, abdestsizlik hâli olsa da hadi desek ki "Bu adamın yüzünde abdest nuru yok, Bâyezîd-i Bistâmî oradan anladı." "Bu adamın yüzünde abdest nuru yok, Bâyezîd-i Bistâmî oradan anladı." Hayır! Adamın abdesti var; yolcuyken teyemmüm abdesti almış. Hayır! Adamın abdesti var; yolcuyken teyemmüm abdesti almış. Mâlum İslâm kolaylık dinidir; zorluk dini değildir. Dinimizde insan ibadet yaparken su ile abdest alacak.Mâlum İslâm kolaylık dinidir; zorluk dini değildir. Dinimizde insan ibadet yaparken su ile abdest alacak. Elini, yüzünü, ayaklarını belli usul ile abdest alarak yıkayacak; namaza öyle gelecek.Elini, yüzünü, ayaklarını belli usul ile abdest alarak yıkayacak; namaza öyle gelecek. Abdestin farzları var. Abdestin kendisi farz, abdestsiz namaz olmaz. Abdestin farzları var. Abdestin kendisi farz, abdestsiz namaz olmaz.

Su bulunmazsa müslüman ne yapacak? Su bulunmazsa müslüman ne yapacak?

O zaman toprak veya toprak cinsinden bir şeyle teyemmüm abdesti alacak.O zaman toprak veya toprak cinsinden bir şeyle teyemmüm abdesti alacak. Yani su olmadığı halde adetâ sembolik bir abdest alacak. Toprağa elini vuracak, yüzünü sıvazlayacak.Yani su olmadığı halde adetâ sembolik bir abdest alacak. Toprağa elini vuracak, yüzünü sıvazlayacak. Toprağa elini bir daha vuracak, ellerini sıvazlayacak; abdestli olacak.Toprağa elini bir daha vuracak, ellerini sıvazlayacak; abdestli olacak. Su yok, kuyu yok, çeşme yok; su bulma imkânı yok. Böyle yapınca yine abdestli olur.Su yok, kuyu yok, çeşme yok; su bulma imkânı yok. Böyle yapınca yine abdestli olur. Buna teyemmüm abdesti derler. Kur'ân-ı Kerîm'de geçer: Buna teyemmüm abdesti derler. Kur'ân-ı Kerîm'de geçer:

Fe-teyemmemû saîden tayyiben ve'msehû bi-vücûhiküm ve eydîküm diyeFe-teyemmemû saîden tayyiben ve'msehû bi-vücûhiküm ve eydîküm diye bir abdest alma şekli olarak âyet-i kerîmede sarahaten bildirilmiş. bir abdest alma şekli olarak âyet-i kerîmede sarahaten bildirilmiş.

Adamcağız yolda su bulamadığı için ne yapsın?Adamcağız yolda su bulamadığı için ne yapsın? Hicaz'ın yollarında çeşme, su imkânı buralardaki gibi olmadığından susuz.Hicaz'ın yollarında çeşme, su imkânı buralardaki gibi olmadığından susuz. Toprakla teyemmüm abdesti almış, sonra teyemmüm abdesti aldığını unutmuş.Toprakla teyemmüm abdesti almış, sonra teyemmüm abdesti aldığını unutmuş. Halbuki suyu bulunca teyemmüm biter. Suyu gördüğü zaman normal olarak abdest alması lazım. Halbuki suyu bulunca teyemmüm biter. Suyu gördüğü zaman normal olarak abdest alması lazım. Unutmuş, mescide girmiş. Üzerinde teyemmüm abdesti var; unutmak da mazeret. Unutmuş, mescide girmiş. Üzerinde teyemmüm abdesti var; unutmak da mazeret. İnsan unutarak yese, içse orucu bozulmuyor; unuttuğu için mazeret oluyor.İnsan unutarak yese, içse orucu bozulmuyor; unuttuğu için mazeret oluyor. Ama o mübareğin, Bâyezîd-i Bistâmî'nin gözü nasıl bir göz, gönlü nasıl bir gönül, hâli nasıl bir halseAma o mübareğin, Bâyezîd-i Bistâmî'nin gözü nasıl bir göz, gönlü nasıl bir gönül, hâli nasıl bir halse o şahsın abdestsiz olduğunu; teyemmümlü olduğunu biliyor. o şahsın abdestsiz olduğunu; teyemmümlü olduğunu biliyor.

Abdestsiz olduğunu bilir de neden abdestsiz olduğunu bilmez. Abdestsiz olduğunu bilir de neden abdestsiz olduğunu bilmez.

Ama teyemmümle abdestli olduğunu da biliyor. Kulağına eğilip diyor ki: Ama teyemmümle abdestli olduğunu da biliyor. Kulağına eğilip diyor ki:

"Şehre geldin artık, şehirde teyemmüm abdesti caiz değildir." "Şehre geldin artık, şehirde teyemmüm abdesti caiz değildir."

Onun üzerine adam çıkıyor, dışarıda abdest alıp geliyor öyle namaz kılıyor. Onun üzerine adam çıkıyor, dışarıda abdest alıp geliyor öyle namaz kılıyor.

Hani gayrimüslimin birisi tebdîl-i kıyafet eylemiş, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerininHani gayrimüslimin birisi tebdîl-i kıyafet eylemiş, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin yanına mescide gelmiş; demiş ki: yanına mescide gelmiş; demiş ki:

"Yâ Şeyh! Bir hadîs-i şerîf var, Resûlullah; ‘Mü'minin ferasetinden korkun!' diyor." "Yâ Şeyh! Bir hadîs-i şerîf var, Resûlullah; ‘Mü'minin ferasetinden korkun!' diyor."

İttekû firâsete'l-mü'mini fe-innehû yenzuru bi-nûri'l-lâh.İttekû firâsete'l-mü'mini fe-innehû yenzuru bi-nûri'l-lâh. "Mü'minin ferasetinden kork çünkü o baktığı zaman Allah'ın nuruyla bakar." "Mü'minin ferasetinden kork çünkü o baktığı zaman Allah'ın nuruyla bakar."

Görülmeyecek, bilinmeyecek şeyleri görür, anlar. Tabii bu, kerameti gösteren bir hadîs-i şerîftir.Görülmeyecek, bilinmeyecek şeyleri görür, anlar. Tabii bu, kerameti gösteren bir hadîs-i şerîftir. Gelmiş, bunu sormuş. Kendisi gayrimüslim, belli olmayacak bir şekilde tebdîl-i kıyâfet eylemiş.Gelmiş, bunu sormuş. Kendisi gayrimüslim, belli olmayacak bir şekilde tebdîl-i kıyâfet eylemiş. Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine bu hadîs-i şerîfi sormuş. O da ona diyor ki: Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine bu hadîs-i şerîfi sormuş. O da ona diyor ki:

"Haydi bakalım, şimdi kelime-i şehadet getir, müslüman ol! Müslüman olmanın zamanı geldi." "Haydi bakalım, şimdi kelime-i şehadet getir, müslüman ol! Müslüman olmanın zamanı geldi."

Bunu rivayet eden alimler; "Burada iki keramet gösterdi." diyorlar.Bunu rivayet eden alimler; "Burada iki keramet gösterdi." diyorlar. Adamın müslüman değil gayrimüslim olduğunu bildi, bu bir.Adamın müslüman değil gayrimüslim olduğunu bildi, bu bir. İkincisi; "Haydi bakalım müslüman ol! Çünkü müslüman olmanın zamanı geldi." dedi.İkincisi; "Haydi bakalım müslüman ol! Çünkü müslüman olmanın zamanı geldi." dedi. Artık kâfirliğinin müddetinin bittiğini ve müslümanlığının zamanının geldiğini de bildi.Artık kâfirliğinin müddetinin bittiğini ve müslümanlığının zamanının geldiğini de bildi. Tabii adam bu kerameti görünce kelime-i şehâdet getiriyor, müslüman oluyor. Tabii adam bu kerameti görünce kelime-i şehâdet getiriyor, müslüman oluyor.

Demek ki Allahu Teâlâ hazretleri kullarına böyle meziyetler,Demek ki Allahu Teâlâ hazretleri kullarına böyle meziyetler, böyle imkânlar, böyle görüşler, sezişler veriyor. İşte buna keramet derler.böyle imkânlar, böyle görüşler, sezişler veriyor. İşte buna keramet derler. Keramet kelime olarak "Allah'ın ikramı" mânasına geliyor.Keramet kelime olarak "Allah'ın ikramı" mânasına geliyor. Tabii hadîs-i şerîflerde vardır: Tabii hadîs-i şerîflerde vardır:

"Bir kul farzları yaptı mı Allah onu sever."Bir kul farzları yaptı mı Allah onu sever. Nafile ibadetleri yapa yapa da Allah'a yakınlaşması devam eder.Nafile ibadetleri yapa yapa da Allah'a yakınlaşması devam eder. Nihayet Allah'ın sevdiği bir kul olur.Nihayet Allah'ın sevdiği bir kul olur. Allah'ın sevdiği kul olunca Allah onun gören gözü,Allah'ın sevdiği kul olunca Allah onun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli, yürüyen ayağı olur." işiten kulağı, söyleyen dili, tutan eli, yürüyen ayağı olur."

Allah ile görür, Allah ile işitir, Allah ile tutar, Allah ile yürür. Allah ile görür, Allah ile işitir, Allah ile tutar, Allah ile yürür. Yani olağanüstü görüş kâbiliyeti, olağanüstü duyuş kâbiliyeti, olağanüstü söyleme meziyeti ikram eder. Yani olağanüstü görüş kâbiliyeti, olağanüstü duyuş kâbiliyeti, olağanüstü söyleme meziyeti ikram eder.

En büyük pehlivan, geldi herkesi devirdi devirdi, Peygamber Efendimiz dedi ki:En büyük pehlivan, geldi herkesi devirdi devirdi, Peygamber Efendimiz dedi ki: "Gel bakalım, bir de benimle güreş!" Peygamber Efendimiz küt onu devirdi. Neden? "Gel bakalım, bir de benimle güreş!" Peygamber Efendimiz küt onu devirdi.

Neden?

Öyle aşırı yapılı bir kimse değil ama Peygamber! Küt diye yere devirdi; "Olmadı bir daha yapalım." Öyle aşırı yapılı bir kimse değil ama Peygamber! Küt diye yere devirdi;

"Olmadı bir daha yapalım."

"Oldu bir daha yapalım." Bir daha devirdi, bir daha devirdi. "Oldu bir daha yapalım."

Bir daha devirdi, bir daha devirdi.

Peygamber Efendimiz'e vahiy geldi mi deve çökerdi.Peygamber Efendimiz'e vahiy geldi mi deve çökerdi. Peygamber Efendimiz'in dizi birisine değse o şahsın dizi parçalanacak gibi olurdu.Peygamber Efendimiz'in dizi birisine değse o şahsın dizi parçalanacak gibi olurdu. Olağanüstü birtakım şeyler oluyor. İşte bunlar haktır ve gerçektir. Olağanüstü birtakım şeyler oluyor. İşte bunlar haktır ve gerçektir.

Keramâtü'l-evliyâi hakkun. Keramâtü'l-evliyâi hakkun.

Kur'ân-ı Kerîm'de vardır, hadîs-i şerîfte vardır,Kur'ân-ı Kerîm'de vardır, hadîs-i şerîfte vardır, menâkıbnâmelerde, evliyâullahın hayatında vardır.menâkıbnâmelerde, evliyâullahın hayatında vardır. Burada da râvî Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin kerametini söylemiş oldu.Burada da râvî Bâyezîd-i Bistâmî hazretlerinin kerametini söylemiş oldu. Adama gitmiş; "Sen teyemmümlüsün, teyemmüm abdestinin hükmü olmaz. Adama gitmiş; "Sen teyemmümlüsün, teyemmüm abdestinin hükmü olmaz. Git şimdi dışarıda abdest al öyle gel!" demiş. Git şimdi dışarıda abdest al öyle gel!" demiş.

Kâle ve kâle Ebû Yezîd, amiltü fi'l-mücâhideti selâsîne seneten fe-mâ vecedtü şey'enKâle ve kâle Ebû Yezîd, amiltü fi'l-mücâhideti selâsîne seneten fe-mâ vecedtü şey'en eşedde aleyye mine'l-‘ilmi ve mütâbeatihî velev le'htilafu'l-ulemâieşedde aleyye mine'l-‘ilmi ve mütâbeatihî velev le'htilafu'l-ulemâi le-bakîtü va'htilafu'l ‘ulemâi rahmetün illâ fî tecrîdi'd-tevhîdi. le-bakîtü va'htilafu'l ‘ulemâi rahmetün illâ fî tecrîdi'd-tevhîdi.

Amiltü fi'l-mücâhideti selâsîne seneten.Amiltü fi'l-mücâhideti selâsîne seneten. "Müellife kadar aynı rivayetle geldiğine göre, Bâyezîd-i Bistâmî buyurmuş ki:"Müellife kadar aynı rivayetle geldiğine göre, Bâyezîd-i Bistâmî buyurmuş ki: Mücâhede konusunda, sahasında, mücâhede işinde 30 sene çalıştım." Mücâhede konusunda, sahasında, mücâhede işinde 30 sene çalıştım."

Mücâhede ne demek? Cehd etmek, cihat eylemek demek. Ama kimle? Mücâhede ne demek?

Cehd etmek, cihat eylemek demek.

Ama kimle?

Nefsiyle, Allah yolunda fedakârlık yaparak, arzularıyla, heva-i nefsiyle mücâhede etmek.Nefsiyle, Allah yolunda fedakârlık yaparak, arzularıyla, heva-i nefsiyle mücâhede etmek. Düşmanla savaşmak var; kılıcı alıyorsun, çarpışıyorsun.Düşmanla savaşmak var; kılıcı alıyorsun, çarpışıyorsun. Bu düşmanla kıtâl veya muharebe, cihat deniliyor.Bu düşmanla kıtâl veya muharebe, cihat deniliyor. Düşmanların en büyüğü, insanın içindeki kendi nefsidir, nefsinin arzularıdır;Düşmanların en büyüğü, insanın içindeki kendi nefsidir, nefsinin arzularıdır; onunla da mücâhede etmesi lazım. "Yat!" diyor, "Hayır! Yatma, kalk!" diyeceksin. onunla da mücâhede etmesi lazım. "Yat!" diyor, "Hayır! Yatma, kalk!" diyeceksin. "Ye, oruç tutma!" diyor, "Hayır! Tutmam lazım." diyeceksin, tutacaksın."Ye, oruç tutma!" diyor, "Hayır! Tutmam lazım." diyeceksin, tutacaksın. "Zikri boş ver, sonra yaparsın." diyor, "Hayır! Şimdi yapmam lazım!" diyeceksin, yapacaksın."Zikri boş ver, sonra yaparsın." diyor, "Hayır! Şimdi yapmam lazım!" diyeceksin, yapacaksın. "Bırak şu şeyi." diyor, "Hayır! Bu işi yapmam lazım, vazife!" diyeceksin, yapacaksın."Bırak şu şeyi." diyor, "Hayır! Bu işi yapmam lazım, vazife!" diyeceksin, yapacaksın. Veyahut "Yap şu işi!" diyor, "Hayır! O günah, onu yapmamam lazım." diyeceksin, yapmayacaksın. Veyahut "Yap şu işi!" diyor, "Hayır! O günah, onu yapmamam lazım." diyeceksin, yapmayacaksın. Yani nefisle, kendinle cenk edeceksin. İradenle, arzularınla mücadele edeceksin.Yani nefisle, kendinle cenk edeceksin. İradenle, arzularınla mücadele edeceksin. Şeytanla, nefsinle, nefsinin arzularıyla, aklınla cenk edeceksin, savaşacaksın. Şeytanla, nefsinle, nefsinin arzularıyla, aklınla cenk edeceksin, savaşacaksın. İşte buna mücâhede-i nefs, nefisle mücâhede diyorlar. İşte buna mücâhede-i nefs, nefisle mücâhede diyorlar.

Bu da cihâd-ı ekber, en büyük cihat oluyor. Çünkü düşmanla çarpışmaktan daha zor.Bu da cihâd-ı ekber, en büyük cihat oluyor. Çünkü düşmanla çarpışmaktan daha zor. İnsan kendi kendisini yenecek. Kendi arzusunu kendisi dinlemeyecek. İnsan kendi kendisini yenecek. Kendi arzusunu kendisi dinlemeyecek. Aklı, mantığı onu gösterdiği için kendi gönlünün muradını değil de aksini yapabilecek. Aklı, mantığı onu gösterdiği için kendi gönlünün muradını değil de aksini yapabilecek.

"30 sene mücâhedede çalıştım." diyor. "30 sene mücâhedede çalıştım." diyor.

Femâ vecedtü şey'en eşedde aleyye mine'l-ilmi ve mütâbeatihî.Femâ vecedtü şey'en eşedde aleyye mine'l-ilmi ve mütâbeatihî. "İlimden ve ilme uymaktan daha zor olan bir şey bulamadım." "İlimden ve ilme uymaktan daha zor olan bir şey bulamadım."

İlme uymak ve ilmin gereği olan şeye uymak çok zor gelmiş. Neden? İki sebepten.İlme uymak ve ilmin gereği olan şeye uymak çok zor gelmiş.

Neden?

İki sebepten.
Bir kere; "Bir konuda ilim ne diyor?" onu bilmek kolay değildir. Alim olmak lazım.Bir kere; "Bir konuda ilim ne diyor?" onu bilmek kolay değildir. Alim olmak lazım. Kolay kolay tespit edilemez. Onun için herkes fetva verecek adam arıyor.Kolay kolay tespit edilemez. Onun için herkes fetva verecek adam arıyor. Herkese güvenemiyorlar, gidiyorlar; "Bu işi kim bilir?" diye soruyorlar.Herkese güvenemiyorlar, gidiyorlar; "Bu işi kim bilir?" diye soruyorlar. Gerçeği bulmak, ilmî bir meseleyi tam uygun bir şekilde çözümlemek kolay değildir. Gerçeği bulmak, ilmî bir meseleyi tam uygun bir şekilde çözümlemek kolay değildir. İlim zordur; çok çalışmak, araştırmak, soruşturmak lazım.İlim zordur; çok çalışmak, araştırmak, soruşturmak lazım. İnsanın çok derin bilgisi olması lazım; ilim zor.İnsanın çok derin bilgisi olması lazım; ilim zor. Bir de ilmin gereği olan işi, aklın mantığın söylediği işi yapmak da zor.Bir de ilmin gereği olan işi, aklın mantığın söylediği işi yapmak da zor. İlim şunu şöyle yapmayı söyledi; "Gıybet etme!" dedi ama millet gıybet etmeye devam ediyor. İlim şunu şöyle yapmayı söyledi; "Gıybet etme!" dedi ama millet gıybet etmeye devam ediyor. Veyahut; "Kur'ân-ı Kerîm'e çalış!" dedi ama Kur'ân-ı Kerîm'e çalışmıyor. Veyahut; "Kur'ân-ı Kerîm'e çalış!" dedi ama Kur'ân-ı Kerîm'e çalışmıyor. Veyahut; "Git dargınla barış!" dedi ama barışmıyor.Veyahut; "Git dargınla barış!" dedi ama barışmıyor. Veya; "Amellerini ihlâsla yap; dünyaya dalma, âhirete hazırlan, tevbekâr ol!" dedi ama yapamıyor.Veya; "Amellerini ihlâsla yap; dünyaya dalma, âhirete hazırlan, tevbekâr ol!" dedi ama yapamıyor. Bildiğini yapmak kolay bir şey değil.Bildiğini yapmak kolay bir şey değil. Bu vaazları dinleyen insanlar bildiğini yapsaydı şimdiye kadar hepsi evliyâ olurdu.Bu vaazları dinleyen insanlar bildiğini yapsaydı şimdiye kadar hepsi evliyâ olurdu. Dinliyor, dinliyor; yapmıyor. Dinliyor, dinliyor; yapmıyor. Dinliyor, dinliyor; yapmıyor. Dinliyor, dinliyor; yapmıyor. "Dinlediğini, duyduğunu, öğrendiğini, bildiğini yapmaktan daha zorunu görmedim." diyor."Dinlediğini, duyduğunu, öğrendiğini, bildiğini yapmaktan daha zorunu görmedim." diyor. İnsan bildiğini yapacak. İnsan bildiğini yapacak.

Ve lev le'htilâfü'l-ulemâi le-bakiytü.Ve lev le'htilâfü'l-ulemâi le-bakiytü. "Eğer alimlerin birbirleriyle ihtilafı olmasaydı öylece kalırdım." "Eğer alimlerin birbirleriyle ihtilafı olmasaydı öylece kalırdım."

Yani alimlerin ihtilafının olması insana bir rahatlık veriyor. Yani alimlerin ihtilafının olması insana bir rahatlık veriyor.

Va'htilâfu'l-ulemâi rahmetün. "Alimlerin ihtilafı rahmettir." İllâ fî tecrîdi'd-tevhîdi.Va'htilâfu'l-ulemâi rahmetün. "Alimlerin ihtilafı rahmettir." İllâ fî tecrîdi'd-tevhîdi. Tabii ihtilaf çeşitli fıkhî meselelerde olur, ama "Tevhidin ortaya konulması konusunda ihtilaf olmaz." Tabii ihtilaf çeşitli fıkhî meselelerde olur, ama "Tevhidin ortaya konulması konusunda ihtilaf olmaz."

Allah'ın vahdâniyetini sezmekte, tevhîd-i hakîkiyyeye ermekte ihtilaf olmaz.Allah'ın vahdâniyetini sezmekte, tevhîd-i hakîkiyyeye ermekte ihtilaf olmaz. Orada ittifak olması lazım. Orada şaşırmak ve çeşitli sözler söylemek bahis konusu olamaz. Orada ittifak olması lazım. Orada şaşırmak ve çeşitli sözler söylemek bahis konusu olamaz. Öteki şeylerdeki ihtilaf; "Şöyle mi yapmalı, böyle mi yapmalı? Öteki şeylerdeki ihtilaf; "Şöyle mi yapmalı, böyle mi yapmalı? O alim şunu demiş, bu alim bunu demiş." Bu bir vüsat ve genişlik getiriyor. İnsanları biraz rahatlatıyor. O alim şunu demiş, bu alim bunu demiş." Bu bir vüsat ve genişlik getiriyor. İnsanları biraz rahatlatıyor.

Ve kâle Ebû Yezîd: Lâ ya'rifu nefsehû men sahibethu şehvetühû. Ve kâle Ebû Yezîd: Lâ ya'rifu nefsehû men sahibethu şehvetühû.

Lâ ya'rifu nefsehû. "Nefsini bilmemiştir veya bilemeyecektir.Lâ ya'rifu nefsehû. "Nefsini bilmemiştir veya bilemeyecektir. Bilmemiştir de, bilmesi mümkün de olmayacaktır." Bilmemiştir de, bilmesi mümkün de olmayacaktır." Men sahibethu şehvetühû. "Şehveti kendisine hâkim olan kimse." Men sahibethu şehvetühû. "Şehveti kendisine hâkim olan kimse."

İnsan nefsini bilip de ne olacak? İnsan nefsini bilip de ne olacak?

"Nefsini bilen Rabbini bilir." de onun için nefsinin mahiyetini bilmesi lazım,"Nefsini bilen Rabbini bilir." de onun için nefsinin mahiyetini bilmesi lazım, nefsini tanıması lazım ki mârifetullâha ersin. nefsini tanıması lazım ki mârifetullâha ersin. Ama bir insan şehvetinin esiri ise, şehveti kendisine yâr ise, şehvetiyle beraberse, şehvetini kesememiş,Ama bir insan şehvetinin esiri ise, şehveti kendisine yâr ise, şehvetiyle beraberse, şehvetini kesememiş, ona karşı olamamışsa o zaman nefsini hiç bilemeyecek demektir. ona karşı olamamışsa o zaman nefsini hiç bilemeyecek demektir. Nefsini bilemeyince de mârifetullâha eremeyecek demektir. Nefsini bilemeyince de mârifetullâha eremeyecek demektir. Demek ki insanın şehevât-ı nefsâniyyesinin her türlüsünün tasallutundan, Demek ki insanın şehevât-ı nefsâniyyesinin her türlüsünün tasallutundan, baskısından kurtulması, onları yenebilmesi lazım. baskısından kurtulması, onları yenebilmesi lazım.

Şehevât-ı nefsâniyye çeşitlidir. Yemek iştihası bir şehvettir.Şehevât-ı nefsâniyye çeşitlidir. Yemek iştihası bir şehvettir. Karşı cinse karşı hissedilen meyil, sevgi bir şehvettir. Mala karşı olan arzu bir şehvettir.Karşı cinse karşı hissedilen meyil, sevgi bir şehvettir. Mala karşı olan arzu bir şehvettir. Uykuya karşı olan arzu şehvettir. Mevkiye, makama karşı olan istek ve meyil bir şehvettir.Uykuya karşı olan arzu şehvettir. Mevkiye, makama karşı olan istek ve meyil bir şehvettir. Bunlar nefsin arzusu demek. Şehvet; arzu demek. İştihâ yani kuvvetli arzu demek. Bunlar nefsin arzusu demek. Şehvet; arzu demek. İştihâ yani kuvvetli arzu demek.

Nefsin kuvvetli arzuları vardır.Nefsin kuvvetli arzuları vardır. O kuvvetli arzular kişiye yâr iken, kişide o arzular var ikenO kuvvetli arzular kişiye yâr iken, kişide o arzular var iken kişi kendini bilemez, anlayamaz, mahiyetini kavrayamaz.kişi kendini bilemez, anlayamaz, mahiyetini kavrayamaz. Kendisini bilemeyince de mârifetullâha eremez; Rabbini hiç bilemez. Kendisini bilemeyince de mârifetullâha eremez; Rabbini hiç bilemez.

Men arafe nefsehû fe-kad arefe Rabbehû sırrına eremez.Men arafe nefsehû fe-kad arefe Rabbehû sırrına eremez. Onun için şehvetlere hâkim olabilmek, şehvetlerden kurtulmak, şehvetlere dur diyebilmek lazım. Onun için şehvetlere hâkim olabilmek, şehvetlerden kurtulmak, şehvetlere dur diyebilmek lazım.

Ne zaman dur demek lazım? İnsanda hiç mi şehvet olmayacak?Ne zaman dur demek lazım? İnsanda hiç mi şehvet olmayacak? Hiç şehvet olmazsa hiç yemek yemeyecek; kahvaltı etmeyecek,Hiç şehvet olmazsa hiç yemek yemeyecek; kahvaltı etmeyecek, öğle yemeği, akşam yemeği yemeyecek; insan bir haftada ölür.öğle yemeği, akşam yemeği yemeyecek; insan bir haftada ölür. Bir haftada ölmezse on beş günde ölür.Bir haftada ölmezse on beş günde ölür. Meşru çizgiden fazla, gayrimeşru olarak ve aşırı dozda arzulara yüz vermeyecek.Meşru çizgiden fazla, gayrimeşru olarak ve aşırı dozda arzulara yüz vermeyecek. "Şu kadar yemeye hakkın var, ye bakalım!" diyeceksin."Şu kadar yemeye hakkın var, ye bakalım!" diyeceksin. Adamı hapsediyorlar, yine de gardiyan yemeğini getirip veriyor.Adamı hapsediyorlar, yine de gardiyan yemeğini getirip veriyor. Yemeksiz bırakmıyorlar, ihtiyacını veriyorlar. Yemeksiz bırakmıyorlar, ihtiyacını veriyorlar.

Kişi de nefsinin gerekli olan ihtiyacını karşılayacak ama nefsinin arzuları bitmez, tükenmez, kesilmez.Kişi de nefsinin gerekli olan ihtiyacını karşılayacak ama nefsinin arzuları bitmez, tükenmez, kesilmez. Üstelik nefsin arzuları verildikçe artar. Üstelik nefsin arzuları verildikçe artar.

Ben kendimden biliyorum; sabahleyin kahvaltı etmezsem öğleyin canım hiç yemek istemiyor.Ben kendimden biliyorum; sabahleyin kahvaltı etmezsem öğleyin canım hiç yemek istemiyor. Sabahleyin birazcık kahvaltı ettim mi öğleyin kurtlar gibi acıkıyorum. Neden? Sabahleyin birazcık kahvaltı ettim mi öğleyin kurtlar gibi acıkıyorum.

Neden?

Nefsi biraz tatmin ettin, yemek verdin. Öğlene daha azdı. Öğlene versen ikindiye yemek ister.Nefsi biraz tatmin ettin, yemek verdin. Öğlene daha azdı. Öğlene versen ikindiye yemek ister. İkindiye versen akşama bir kuzuyu çevirip pişirsen yiyecek bir hale gelir. İkindiye versen akşama bir kuzuyu çevirip pişirsen yiyecek bir hale gelir. Nefsin arzuları verildikçe artar; azalmaz. Tatmin oldukça kesilmez, gittikçe artar.Nefsin arzuları verildikçe artar; azalmaz. Tatmin oldukça kesilmez, gittikçe artar. Onun için vermemek lazım. Onun için vermemek lazım.

En-nefsü ke't-tıfli in tühmilhü şebbe alâ Hubbi'r-radâi ve inteftımhu yenfatımi. En-nefsü ke't-tıfli in tühmilhü şebbe alâ

Hubbi'r-radâi ve inteftımhu yenfatımi.

"Nefis çocuk gibidir."Nefis çocuk gibidir. Meme vermeye devam edersen, kazık kadar olur yine emmek ister. Ama kesersen kesilir." Meme vermeye devam edersen, kazık kadar olur yine emmek ister. Ama kesersen kesilir."

Belli bir noktadan sonra kesmek lazım. Kazık kadar çocuk olduktan sonra da meme emecek değil ya.Belli bir noktadan sonra kesmek lazım. Kazık kadar çocuk olduktan sonra da meme emecek değil ya. O halde şehevât-ı nefsâniyye ki yemektir, içmektir, cinsî arzudur; mal, mülk, makam sevgisidir;O halde şehevât-ı nefsâniyye ki yemektir, içmektir, cinsî arzudur; mal, mülk, makam sevgisidir; rahat, eğlence, keyif sevgisidir; kuvvetli arzulardır.rahat, eğlence, keyif sevgisidir; kuvvetli arzulardır. İnsanın içinde binlerce arzu kıvranır, kaynaşır; "Şöyle yap, böyle yap!" diye insanı dürter durur.İnsanın içinde binlerce arzu kıvranır, kaynaşır; "Şöyle yap, böyle yap!" diye insanı dürter durur. Demek ki bunlara dur demeyi bileceğiz, bunları dizginlemeyi öğreneceğiz.Demek ki bunlara dur demeyi bileceğiz, bunları dizginlemeyi öğreneceğiz. Öğrenemezsek mârifetullah'ta ilerleme, tasavvufta yükselme olmaz.Öğrenemezsek mârifetullah'ta ilerleme, tasavvufta yükselme olmaz. Nefsine hâkim olamıyor, pat diye düşer. Birazcık tırmanır; ayağı kayar, yine uçurumun aşağısına düşer. Nefsine hâkim olamıyor, pat diye düşer. Birazcık tırmanır; ayağı kayar, yine uçurumun aşağısına düşer. Birazcık tırmanır, yine aşağı düşer. Nefsinin esiri olan ilerleyemez; aşağı düşer, yerinde sayar.Birazcık tırmanır, yine aşağı düşer. Nefsinin esiri olan ilerleyemez; aşağı düşer, yerinde sayar. Yerinde saymakla da kalmaz; geri gider Yerinde saymakla da kalmaz; geri gider

Kâle ve kâle Ebû Yezîd, el-cennetü lâ hatara lehâ inde ehli'l-mahabbetiKâle ve kâle Ebû Yezîd, el-cennetü lâ hatara lehâ inde ehli'l-mahabbeti ve ehlü'l-mahabbeti mahcûbûne bi-mahabbetihim.ve ehlü'l-mahabbeti mahcûbûne bi-mahabbetihim. "Bâyezîd-i Bistâmî diyor ki; cennetin, muhabbet ehlinin yanında bir ehemmiyeti yoktur.""Bâyezîd-i Bistâmî diyor ki; cennetin, muhabbet ehlinin yanında bir ehemmiyeti yoktur." Ve ehlü'l-mahabbeti. "Ve muhabbet ehli." Mahcûbûne bi-mahabbetihim.Ve ehlü'l-mahabbeti. "Ve muhabbet ehli." Mahcûbûne bi-mahabbetihim. "Muhabbet ehli de muhabbetleri dolayısıyla hicaplanmıştır." "Muhabbet ehli de muhabbetleri dolayısıyla hicaplanmıştır."

Perde ve engel onların sevgileridir. Âbidler, zahidler, ârifler var bir de âşık-ı sâdıklar var.Perde ve engel onların sevgileridir. Âbidler, zahidler, ârifler var bir de âşık-ı sâdıklar var. Allah'ı seven, Allah'ın âşık kulları var. Allah'ı seven, Allah'ın âşık kulları var. Allah'ı sevdi mi gözü hiçbir şeyi görmez. Cenneti bile görmez. Allah'ı sevdi mi gözü hiçbir şeyi görmez. Cenneti bile görmez.

Minküm men yürîdü'd-dünyâ ve minhüm men yürîdü'l-âhireti.Minküm men yürîdü'd-dünyâ ve minhüm men yürîdü'l-âhireti. "Mü'minlerin bir kısmı dünyayı isterler, bir kısmı âhireti isterler." "Mü'minlerin bir kısmı dünyayı isterler, bir kısmı âhireti isterler."

Bir de yüksek derece mü'minler vardır ki onlar da Allahu Teâlâ hazretlerini isterler.Bir de yüksek derece mü'minler vardır ki onlar da Allahu Teâlâ hazretlerini isterler. Bunlar hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de âyet-i kerîme var. Bunlar hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de âyet-i kerîme var.

Va'sbir nefseke mea'l-lezîne yed‘ûne Rabbehum bi'l-gadâti ve'l-aşiyyi yürîdûne vechehû.Va'sbir nefseke mea'l-lezîne yed‘ûne Rabbehum bi'l-gadâti ve'l-aşiyyi yürîdûne vechehû. "Ne dünyayı istiyor, ne âhireti istiyor." "Ne dünyayı istiyor, ne âhireti istiyor."

Yürîdûne vechehû. "Allahu Teâlâ hazretlerinin vech-i pâkine âşıklar, onu istiyorlar." Yürîdûne vechehû. "Allahu Teâlâ hazretlerinin vech-i pâkine âşıklar, onu istiyorlar."

Yed‘ûne Rabbehüm bi'l-gadâti ve'l-aşiyyi.Yed‘ûne Rabbehüm bi'l-gadâti ve'l-aşiyyi. "Sabah akşam Allah'a dua ediyorlar, yana yakıla zikir yapıyorlar, ibadet ediyorlar;"Sabah akşam Allah'a dua ediyorlar, yana yakıla zikir yapıyorlar, ibadet ediyorlar; Allah'ın zât-ı pâkini istiyorlar. Gözleri başka şey görmüyor; Mevlâlarını istiyorlar." Allah'ın zât-ı pâkini istiyorlar. Gözleri başka şey görmüyor; Mevlâlarını istiyorlar."

Minküm men yürîdü'd-dünyâ. "Sizden bir kısmınız dünya ehlidir, dünyayı istersiniz." Minküm men yürîdü'd-dünyâ. "Sizden bir kısmınız dünya ehlidir, dünyayı istersiniz." Ve minküm men yürîdü'l-âhirete.Ve minküm men yürîdü'l-âhirete. "Ve sizden bir kısmınız da vardır ki âhiret peşindedir;"Ve sizden bir kısmınız da vardır ki âhiret peşindedir; cennet peşindedir." Ve minküm men yürîdü'l-Mevlâ. "Bir de Mevlâ'yı isteyenler vardır." cennet peşindedir." Ve minküm men yürîdü'l-Mevlâ. "Bir de Mevlâ'yı isteyenler vardır."

Mevlâ'yı isteyenler âşık-ı sâdıklardır, Allah âşıklarıdır. Hâlis muhlis muhabbet ehli olan kullardır.Mevlâ'yı isteyenler âşık-ı sâdıklardır, Allah âşıklarıdır. Hâlis muhlis muhabbet ehli olan kullardır. Bunların nazarında cennetin büyük bir değeri yoktur. Onlar cenneti de pek düşünmezler.Bunların nazarında cennetin büyük bir değeri yoktur. Onlar cenneti de pek düşünmezler. Sadece Allah'ı düşünürler; Allah'ın rızasını kazanmayı düşünürler.Sadece Allah'ı düşünürler; Allah'ın rızasını kazanmayı düşünürler. Ve muhabbet ehli de bu muhabbetleri dolayısıyla perdelidir. Ve muhabbet ehli de bu muhabbetleri dolayısıyla perdelidir.

Muhabbet de bir perde oluyor. Demek ki onu da geçmek lazım. Bu sözden o anlaşılıyor; Allahu a'lem.Muhabbet de bir perde oluyor. Demek ki onu da geçmek lazım. Bu sözden o anlaşılıyor; Allahu a'lem. Muhabbet de insanın ayağına takılır.Muhabbet de insanın ayağına takılır. Hakikaten insan bir şeyi fazla sevdi mi o da kendisini normal bir insandan başka bir duruma getirir.Hakikaten insan bir şeyi fazla sevdi mi o da kendisini normal bir insandan başka bir duruma getirir. Ondan da sıyrılması lazım.Ondan da sıyrılması lazım. Tam mânasıyla olgun olabilmek için onu da geçmek, daha istikrarlı bir hâle gelmek lazım.Tam mânasıyla olgun olabilmek için onu da geçmek, daha istikrarlı bir hâle gelmek lazım. Hani ne derler; "Aşkın, muhabbetin gözü kördür." Hani ne derler; "Aşkın, muhabbetin gözü kördür."

Hubbuke şey'e yu‘mî ve yusımmu. "Bir şeyi sevmen senin gözünü kör eder, kulağını sağır eder." denir. Hubbuke şey'e yu‘mî ve yusımmu. "Bir şeyi sevmen senin gözünü kör eder, kulağını sağır eder." denir.

Sevdiği şeyde, sevgisinin çokluğundan dolayı bazı şeyleri görmez, duymaz hâle gelir.Sevdiği şeyde, sevgisinin çokluğundan dolayı bazı şeyleri görmez, duymaz hâle gelir. Sevgi insanı köreltir. Bazı şeyleri görmesini engelleyebilir. O da bir çeşit hicâb yani perde oluyor. Sevgi insanı köreltir. Bazı şeyleri görmesini engelleyebilir. O da bir çeşit hicâb yani perde oluyor.

Demek ki onu da geçmek lazım.Demek ki onu da geçmek lazım. Oradan da yükselip daha temkinli, istikrarlı, basiretli bir hâle gelmek lazım kiOradan da yükselip daha temkinli, istikrarlı, basiretli bir hâle gelmek lazım ki vech-i pâkine hiçbir şey perde olmasın;vech-i pâkine hiçbir şey perde olmasın; ârifin Cenâb-ı Mevlâ'yı âşikâre, hicâbsız seyretmesi mümkün olsun. ârifin Cenâb-ı Mevlâ'yı âşikâre, hicâbsız seyretmesi mümkün olsun.

Allahu Teâlâ hazretleri şu güzel halleri siz ve biz mü'minlere deAllahu Teâlâ hazretleri şu güzel halleri siz ve biz mü'minlere de lütfuyla keremiyle ihsân eylesin; gafletten uyandırsın. Fâtihâ-i şerîfe mea'l-besmele. lütfuyla keremiyle ihsân eylesin; gafletten uyandırsın.

Fâtihâ-i şerîfe mea'l-besmele.

Konuşma Hakkında
Tema 1
Tema 2